6 Aralık 2010 Pazartesi

Atatürkün tarih anlayışı

ATATÜRK’ÜN TARİH ANLAYIŞI

Tarih milletlerin dolayısıyla insanlığın hafızasıdır. Tarih bize geçmişteki olayların nasıl cereyan ettiğini öğreterek hali dolayısıyla kendimizi ve insanlığı tanıtır böylece geleceğin nasıl olabileceğine dair ipuçları verir.

Batılılara göre; Türkler medenî kabiliyete sahip değillerdir. Medenî olamadıkları gibi medeniyet düşmanıdırlar. Sarı ırka mensup olan Türkler fethettikleri yerlerdeki medeniyetleri yıkmışlardır. Ayrıca Türklerin yaşadıkları topraklar kendilerine ait değildir.

Batının önyargılarla ileri sürdüğü bu iddiaların bir kısmı ülkemizde de tesirini göstermiştir. “Türkiye’de epeyce bir dönem tarih araştırmaları gelişme göstermedi ve tarih yazarlarımızdan büyük bir kısmı Avrupa tarihlerinden tercümeler yaparak Tarih kitabı yazdıkları için Türklerin ikinci nevi bir insan tipi olduğu yolundaki yanlış bilgiler memleketimizi de istila etmiş bulunuyordu.” Bu önyargılı iddialara cevap verebilmek söz konusu görüşlerin yarattığı olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek için tarihimizin en ince ayrıntılarına kadar araştırılması ve öğretilmesi lâzımdır.

Tarihimiz insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen Atatürk’e kadar gerektiği gibi araştırılıp ortaya konulamamıştır..

Kültürdeki süreklilik, milletin devamlılığı ilkesinin yegâne temel taşıdır. Kültür tekrar edildikçe çoğalır, güçlenir ve büyür. İşte bu sebeptendir ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Orhun Anıtları’na dair okuduğu kitapta, “Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir ” satırlarının yanına, “Büyük Nutuk, işte bu cümleyi anlatmaktadır” diye, bizzat kendi el yazısı ile not düşmüştür.

Ne tarihçi, ne de dil bilginiydi. Ama milletin geçmişine yöneliş, onu insanlığın kaynaklarına götürdü. Bütün uygarlıkların kökünü bir ve başlıca dillerin türeyişinde milletin ilk vatanını, aynı kaynak olarak gördü

Teoriler kurdu, teoriler bıraktı. Fakat şu bir gerçektir ki, bir zaman geldi, Atatürk, dünya yuvarlağı üstünde insanın yüzyıllık macerasını, sanki avucunun içinde seyreder gibi oldu…

Tabii ki Atatürk millî tarihimizin araştırılıp öğretilmesine sadece söz konusu iddialara cevap vermek amacıyla önem vermiş değildir. Millî heyecanın ancak millî tarih şuuru ile kuvvetlenebileceğini bilen Atatürk “iktisadî ve siyasî istiklâle kavuşturduğu milletini manevî istiklâle de kavuşturmak için bu memlekette tarih araştırmalarının gelişmesine büyük önem” vermiştir.

Atatürk son yüzyıllarda Türk milletinin geçirdiği badireler sonucunda oluşan kendine güvensizlik duygusunu ortadan kaldırmanın yegâne yolu olarak millî tarih şuurunun canlandırılması gerektiğini “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” sözü ile pekiştirmiştir.

Türk Tarihini belgelere dayalı olarak tarih yöntembilim ilkeleri çerçevesinde araştırmak, yapılan çalışmaları desteklemek, sonuçları yayınlamak gibi amaçlarla Türk Tarih Kurumu kurulmuştur. Bugün de Türk Gençliği Atatürk’ün gösterdiği yolda ilerlerken en büyük kuvvet kaynağını yine kendi tarihinde bulacaktır.

Tarihçe

Tarihçe

ANA HATLARIYLA GÖKTÜRK (KÖKTÜRK) TARİHİ

Köktürkler veya bugünkü adıyla Göktürkler, Büyük Hun İmparatorluğundan sonra, Asya'da kurulan ikinci büyük Türk devletidir. "Türk" sözcüğü ilk kez be devlet zamanında bir devletin resmi adı olmuş ve Türklük değerleri her bakımdan yüceltilmiştir.

Köktürkler, hakimiyetleri boyunca (MS 552-745) Doğu Sibiryadaki Saha (Yakutlar) Türkleri ile Karadeniz'in kuzey-batısındaki Bulgar Türkleri hariç bütün Türk asıllı kitleleri kendi idareleri altında birleştirmiştirler. Bu bakımdan Hunlardan sonra Asya'da Türk birliğini en geniş manada gerçekleştiren Köktürkler olmuşlardır.

Kağanlığın yıkılışından sonra etrafa yayılan Türk boyları, gittikleri her yere Köktürk idari, siyasi ve kültürel yapısını taşımışlardır. Böylece, bugün R Türkçesi konuşan Çuvaşlar hariç bütün diğer Türk unsurları (ve tabii olarak Türk lehçe ve şiveleri) Köktürklerin izlerini, etkilerini taşır.

Köktürk adı II. Doğu kağanlığı döneminde dikilen abidelerde (Bilge, Köl Tigin ve Tonyukuk) geçmektedir. Bu, "göğe ait, ilahi, vasıfları Tanrı tarafından bahşedilmiş Türk" demektir.

1. I. Köktürk Kağanlığı: Köktürkler miladi 6. yüzyılda Altay dağlarının doğu eteklerinde toplu bir halde geleneksel sanatları olan demircilikle uğraşıyorladı. Ve fedaratif bir yapıyla bağlı bulundukları Juan-juan (Avarlar)lara silah imal ediyorlardı. 635 yılında yabguları Bumın (Çince Tumen
Devletin batı kanadının askeri komutanı (yabgu) ‹stemi (552-576)'nin kumandasındaki ordu, kısa zamanda Altay dağlarının batısını, Issık-Köl ve Tanrı dağlarına kadar hakimiyeti altına aldı. Dönemin kuvvetli iki devleti olan Sasanilerle Bizans'ı Köktürk siyaseti doğrultusunda bir çizgiye oturttu. Soğdluları ‹ran'a karşı koruyarak ‹pek Yolu ticaretini kontrol altına aldı. Ayrıca İran'la Bizans arasında karışıklık çıkararak devletin batıdaki manevra kabiliyetini kolaylaştırdı.

Mukan Kağan 572'de öldü. Zamanında devlet muazzam bir genişliğe ulaşmıştı. Kore'den Hazar denizine kadar olan 10.5 milyon km2 'lik alan Köktürklerin hakimiyeti altına girmişti. Kitabelerde Mukan Kağan'ın Türk milleti için yaptığı fedakarlık ve kahramanlıklar uzun uzun anlatılmakta, yuğ törenine Kore'den Bizans'a kadar bütün ülkelerin temsilcilerinin katıldığından söz edilmektedir.

Mukan'ın yerine kardeşi T'a-po geçti (572-581). T'a-po toprakların genişliğinden dolayı devleti iki idari kısma ayırarak doğusuna kardeşi K'o-lo'nun oğlu şe-t'u (Işbara)yu, batısında da küçük kardeşi Jotan'ı kağan unvanları ile tayin etti. Yumuşak bir tabiata sahip olan T'a-po daha sonra bir Çinli prensesle evlendi. Ülke topraklarını Budist rahiplere açarak onların misyonerlik faaliyetlerine rıza gösterdi. Halkın gözünde itibarı iyice azalan T'a-po 581'de öldü. Yerine devlet meclisi kararı ile Işbara hakan oldu. 582'de de hakanlık resmen ikiye ayrıldı.

2. Doğu Köktürk Kağanlığı: Zor şartlar altında başa geçen Işbara, dengeyi sağlamakta, memleketi huzura kavuşturmakta zorlandı. Bir taraftan ordu içindeki huzursuzluklar, diğer yandan Çin'de iktidarını sağlamlaştıran T'ang sülalesi yönetimi iyice güçleştirmekteydi. İsyan eden ordu komutanlarına karşı Çin'den yardım istemek zorunda kaldı. Böylece, Çinliler ezeli düşmanları olan Türkleri asimile etme yoluna gittiler. Halkı Çince konuşmaya, Çinliler gibi giyinmeye, Çin adetlerini kabul etmeye zorladılar.

Köktürk hakanlığının iyice zayıflaması ile Türk ahali Çin'e iltica etmeye başladı. Hükümdar ailesi içinde kargaşalıklar çıktı. Bu karışıklıkta Işbara öldü. (587). Yerine geçen kardeşi Baga Çor ve arkasından devlet meclisince hakan ilan edilen Tulan (588-600) döneminde de durum düzelmedi. Çin'in sonu gelmez hile ve desiseleri ile Tulan'ın yerine geçen K'i-min (600-609) Batı Köktürklerin kağanı Tardu'ya karşı kışkırtıldı. Fakat başarı elde edemedi. K'i-min, zamanında Işbara'nın reddettiği Türkleri Çinlileştirme tekliflerini kabul etti. Ancak ölümünden sonra başa geçen oğlu şi-pi (609-619) Köktürklerin haysiyetini biraz kurtardı. 5-6 yıl içinde ülkedeki dağınıklığı bir ölçüde giderdi. Ülkeyi tekrar itaat altına aldı.

Çin hükümdarı Yang-ti'nin şi-pi'ye karşı hile ve desiseleri tutmayınca Çin'de itibarı sarsıldı. Ona karşı olan muhalefet güçlendi. Şi-pi bu fırsattan yararlanarak kendisine sığınan Liang Shi-tu'yu Çin kağanı ilan etti.

Şi-pi'den sonra hakan olan Ç'u-lo (=Çullukş) (619-621) kardeşinin sert siyasetini takip etti ise de karısı Çinli prenses İ-çing tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hakan olan kardeşi, dirayetsiz bir kişiliğe sahip K'ie-li (621-630) zamanında Doğu Köktürkleri de dağılmış oldu. Fakat, bu dağılış resmi anlamda bir yokoluş değildir. Çin'in kuklaları olan bir takım kağanlar, sarayın emrinde oradan oraya sadakat ziyaretleri yapıp durmuşlardır. Bu durum 50 yıl devam etmiştir. Esaret altındaki Türk kitleleri zaman zaman Çinlileştirme politikalarına baş kaldırmışlar, daha sonra gelecek nesillere istiklal ruhunu aşılamışlardır. Bunların en meşhuru, 639 yılında T'ang imparatorunun sarayında görevli Köktürk prensi Kürşad'ın 39 arkadaşı ile Çin sarayını basmasıdır.

3. II. Köktürk Hakanlığı: 630-680 yılları Köktürklerin hakimiyetlerini kaybettikleri hazin bir devir oldu. Köktürk abideleri' nde belirtildiğine göre, bu fetret devrinin yaşanmasına;

a) Devlet adamlarının kifayetsizliği,

b) Türk kaviminin tedbirsizliği,

c) Çin'in kurnazca politikası ve yıkıcı propagandası, yol açmıştır.

Köktürk tarihinin bu 50 yıllık fetret devrinin sonunda Aşena soyundan Kutlug istiklal savaşına girişti. Kutlug, önce Çin'in kuzeyindeki Türkler arasında gizlice teşkilatlandı. Çevredeki ileri gelen beyleri göreve davet etti. Bu davete iştirak edenlerin sayısı kısa zamanda 5.000'i buldu. Bunların içinde ünlü devlet adamı Tonyukuk da vardır.

Kutlug ile Tonyukuk önce Türklerce kutsal bilinen Hunların ve I. Köktürk kağanlığının başkenti, stratejik önemi haiz olan Ötüken'i ele geçirdiler. Burada, ilk önce İnek Gölü kıyısındaki Oğuzlar bertaraf edildi. Bu savaştan sonra Kutlug han ilan edildi ve ‹lteriş (=ili, ülkeyi toparlayan) unvanını aldı. Kardeşi Kapgan'ı şad, Tonyukuk'u da devlet müşaviri (aygucı) yaptı.

Bundan sonra artık, yeni devletin ihtiyacı olan yiyecek, giyecek ve özellikle de at gibi zaruri madde ve vasıtaları elde etmek amacıyla Çin'e akınlar düzenlendi. Bu akınlar genellikle Seddin kuzeyindeki Çin garnizonlarına yönelik oldu. Kutlug 682-687 yılları arasında toplam 46 sefer düzenledi, Çin vali ve kumandanlarını mağlup etti.

Bu arada, kuzeydeki Türk ve diğer kavimlere karşı da birçok akınlar düzenlenerek onlar da kontrol altına alındı. Böylece Köktürk devleti yeniden kurulup teşkilatlandı. ‹lteriş, 692 yılında Ötüken'de kurt başlı bayrağı altında öldü.

İlteriş öldüğünde biri 8 (Bilge) diğeri 7 (Köl Tigin) yaşında olmak üzere iki oğul bırakmıştı. Kardeşi Kapgan (="Fatih") hakan oldu. Kapgan Kağan Türk tarihinin yetiştirdiği büyük fatihlerden ve uzak görüşlü devlet adamlarından biridir. En büyük siyaseti, Çin'i baskı altında tutarak Asya'daki bütün Türk kavimlerini Köktürk bayrağı altında toplamaktı.

27 yaşında kağan olan Kapgan'ın ilk seferi 693 yılında Çin üzerine oldu. Ling-çu ve Ordos eyaletlerine esaslı darbeler indirdi, Çin'i haraca bağlayarak, ipek, darı ve ziraat aleti aldı. Sonra Kögmen dağlarını aşarak Kırgızları kontrolü altına aldı. Çin'e 100 bin kişilik bir orduyla akın düzenleyip denize kadar ulaştı. Aynı yıl Kapgan kağanın oğlu İnal ile Bilge'nin komutasındaki batı orduları grubu, Altayları aşıp "Türk bodun"dan olduğu halde yanlış hareket yapan Türgiş (On-oklar)leri dize getirdiler. Bütün bu bölgedeki Türk unsurlarını Köktürklere bağladılar.

Daha sonra, aynı batı orduları grubu Maveraünnehr seferine çıktı. Orada ilk defa müslüman Araplarla karşılaştılar. Köktürk yazıtlarında bunlara Tezik (Tony. s. 45) denilmektedir. Fakat, burada herhangi bir çatışma olup olmadığı hakkındaki bilgiler kesin değildir.

Doğuda, kağanın kumandasındaki Türk ordusu akınlarına devam ediyordu. 702'de Çin'e tam 20 sefer düzenlendi.

Bu arada, devletin sınırları genişledikçe hakimiyet altındaki toprakları kontrol etmek güçleşiyordu. Bir taraftan Çin'in tahriki, diğer yandan Kapgan kağanın gittikçe şiddetlenen sertliği memlekette karışıklıkların çıkmasına zemin hazırladı. 714 yılında devletin asıl kitlesi olan Oğuzların isyanı zorla bastırıldı. Kapgan kağan bu seferden Ötüken'e dönerken Bayırkuların pususuna düşürüldü ve öldürüldü. (22 Temmuz 716).

Kapgan Kağan'ın yerine oğlu İnal (Bögü) geçti. Fakat, bu zor dönemde karışıklıkları o da önleyemedi. Üstüste gelen mağlubiyetler halkın hakana olan güvenini yitirmesine yol açtı. İnal Kağan ve yakınları, Bilge ve Köl Tiğin'in hazırladıkları bir ihtilalle öldürüldüler.

Bilge, kardeşi Köl Tigin'in ısrarı üzerine kağan oldu (716-734). Köl Tiğin de ordu komutanlığına getirildi. Bilge ve Köl'ün yaptıkları ihtilalde, -müşavir olmasına rağmen Bilge'nin kayınpederi olduğu için- öldürülmeyen Tonyukuk tekrar müşavirliğe getirildi.

Bilge Kağan Çin ile iyi geçinmek niyetinde idi. Çünkü, Köktürkler dağınıktı ve güçlerinden çok şey kaybetmişlerdi. Fakat, Çin boş durmuyordu. Basmıllarla birleşerek Köktürkleri bertaraf etmek istiyordu. Tonyukuk'un dahiyane planı ile önce Basmıllar üzerine gidildi. Sonra Çin'e şiddetli bir saldırı düzenledi. şan-Tan savaşında Çin ordusu perişan edilerek Beşbalık ele geçirildi. Batıdaki Türgişler tekrar itaat altına alındı. Tonyukuk 725'te ölür. ‹lteriş, Kapgan ve Bilge zamanında devlete tam 46 yıl hizmet eden bu dahi ve stratejist devlet adamı hakanlığın adliyesini ve ordusunu tanzim etmişti. Zamanındaki dini ve kültürel cereyanları takip etmiş, hakanları ona göre yönlendirmişti. Alman bilim adamları bu yüzden ona "Köktürklerin Bismarck'ı" demişlerdir. Tonyukuk ölünce hatırasına, kendi ağzından yazılmış olan bir kitabe Orhun'da, Bayın-çokto mevkiinde dikilmiştir.

731'de Köl Tigin 47 yaşında ölür. Eski Türk takvimine göre, koyun yılının 17. günü= 27 şubat 731. Adına, ağabeyi Bilge tarafından bir kitabe dikilmiştir. Bilge'nin ağzından yazılan bu kitabeyi Köl Tigin'in atısı (yeğen) Yolluğ Tigin 20 günde yaşmış, Çinli ustalar ise taşa kazımışlardır.

İki büyük yardımcısını kaybeden Bilge'nin, bundan sonra 734 yazında Kitan ve Tatabılara karşı kazandığı bir zafer dışında her hangi bir faaliyeti görülmüyor. 25 Ekim 734'te, 50 yaşında iken nazırlarından Buyruk-çor tarafından zehirlenerek öldürüldü. 19 sene şad, 19 sene kağanlık yaptı. Çin kaynaklarına göre, "Türk milletini çok sevmekle temayüz etmiş bir kağandı". Cenaze töreni 22 Haziran 735'te yapıldı. Kendi adına, kendi ağzından yazılmış bir kitabe dikildi.

Bilgenin ölümü üzerine önce Türk Bilge Kağan, sonra kardeşi Tengri Kağan tahta geçti. 740 yılında tahtta yine bir Tengri Kağan vardı ve bu bilgenin oğlu idi. Hakan çocuk denecek yaşta olduğu için idare, annesi (Tonyukuk'un kızı) P'o-fu'nun eline geçti. Bu hatun da devlete hakim, karışıklıklara engel olamadı. Basmıllar, Karluklar ve Uygurlar anlaşarak vaziyete hakim olarak, Aşena hanedanından gelen Basmıl başbuğunu kağan ilan ettiler (742). Köktürk hakanı Ozmış ve sonra da onun küçük kardeşi son Köktürk hakanı Po-mei'yi öldürdüler. Bu arada müttefiklerin arası açıldı. Basmıl kağanı ortadan kaldırılarak Uygur başbuğu Yabgu K'eh-li Tu-fa Kutluğ Bilge Köl unvanı ile kağan ilan edildi (745). Böylece, Türk tarihinde, 552-745 yılları arasında tam 193 yıl devam eden Köktürk hanedanı sona ermiş, yerine bir başka Türk hanedanı olan Uygurlar geçmiştir.

Kısa Bilgi

Kısa Bilgi

Kül Tegin: II. Türk hakanlığının (682-744 yılları) prenslerinden olup 684-731 yılları arasında yaşamıştır. Ağabeyi Bilge Kağan (683-734) ile bir çok savaşa katılmış, kahramanlıklar göstermiş, sonuçta da kahramanlığına karşı duyulan saygıdan dolayı cenazesine İstanbul’dan (Bizans) Xian’a (Chang’an, Çin’in o zamanki başkenti) varana değin bir çok ülkeden temsilciler gelmiştir. Böylesine ünlü ve kahraman olmasından dolayı da ağabeyi Bilge Kağan onun anısına bir yazıt diktirmiştir (732 yılı). Amcaları ve hakanlığın başveziri olan Tunyukuk’un yazıtı tam olarak ne zaman dikilmiştir bunu bilemiyoruz. Bilge Kağan yazıtı ise 735 yılında dikilmiştir.

Tonyukuk Yazıtı

Tonyukuk Yazıtı

TUNYUKUK YAZITI

Birinci Taş

Batı Yüzü

(B 1) Bilge Tunyukuk ben kendim Çin yönetimi sırasında doğdum. Bir zamanlar Türk halkı Çin’e bağlı idi.

(B 2) Türk halkı hanını bulamadığı için Çin'den ayrıldı, han sahibi oldu. Sonra da hanını terkedip yine Çin hakimiyetine girdi. Belli ki Tanrı şöyle demiş: “Han verdim.

(B 3) Hanını bırakıp hakimiyet altına girdin”. Hakimiyet altına girdiğin için belli ki Tanrı “öl!” demiş. Türk halkı öldü, helak oldu, yok oldu. Türk Sir halkının topraklarında

(B 4) insan kalmadı. Sonraları dağda taşta kalanlar toplanıp yedi yüz kişi oldular. Bunların bir bölümü atlı, bir bölümü ise yayaydı. Yedi yüz kişiye

(B 5) kumanda edenlerin başı Şad unvanını taşıyordu. “Akıl ver!” dedi. Danışmanı bendim, Bilge Tunyukuk. “Hakan mı yapayım?” dedim. Düşündüm. “Zayıf bir boğayla semiz bir boğa uzakta bir yerlerde

(B 6) kapışsalar, hangisi semiz boğa, hangisi zayıf boğadır bilmek mümkün değilmiş” diye, bu şekilde düşündüm. Daha sonra Tanrı bana muhakeme yeteneği verdiği için onu ben kendim hakan yaptım, Bilge Tunyukuk. Buyla Baga Tarkan

(B 7) ve Elteriş Kağan bir araya gelip güneyde Çinlileri, doğuda Kıtanyları, Kuzeyde Oğuzları epeyi öldürdüler. Bu sırada bilgeleri ve Çavış’ı bendim. Çugay’ın kuzeyinde Kara Kum’da yaşıyorduk.

Güney Yüzü

(G 1) Yaban hayvanları yiyerek, tavşan yiyerek yaşayıp gidiyorduk. Halkın karnı toktu. Düşmanımız çevremizde ocak gibi, biz de o ocağın ortasındaki aş kazanı gibiydik. Öylece yaşarken Oğuzlardan bir casus geldi

(G 2) Casusun verdiği bilgiler şunlarmış: “Tokuz Oğuz halkının başına bir hakan geçti” der. Çin’e general Ku’yu, Kıtanylara Tongra Sem’i göndermişler. Gönderdikleri haber şuymuş: “Sayıları az olan Türkler

(G 3) hareketlenmeye başladılar. Hakanları kahramanmış. Danışmanı bilgeymiş. O iki var olduğu sğrece kişi olduğu sürece seni, yani Çinlileri öldürecektir, derim. Doğuda Kıtanyları öldürecektir, derim. Beni, Oğuzları

(G 4) öldürecektir derim. Çinliler güney cephesinden hücum edin, Kıtanylar doğu cephesinden hücum edin, ben kuzey cephesinden hücum edeyim. Türk Sir halkı topraklarından hiç kımıldamasın. Mümkünse tamamen yok edelim,

(G 5) derim”. Bu haberi işitince geceleri uyuyamadım, gündüzleri de oturamadım. Ondan sonra hakanıma durumu arz ettim. Şöyle arz ettim Çin, Oğuz, Kıtany bu üçü bizi kuşatırlarsa

(G 6) biz arada kalacağız. Biz kendi kendimizi kapana kıstırmış gibiyiz. Yufka olanı delmek kolaymış. İnce olanı koparması kolaymış. Yufka kalın olsa delmesi zormuş. İnce

(G 7) yoğun olsa koparması zormuş. Doğuda Kıtanylardan, güneyde Çinlilerden, batıda Korılardan, kuzeyde ise Oğuzlardan gelecek iki-üç bin kadar askerimiz var. Şöylece durumu bildirdim.

(G 8) Hakanım lütfetti, benim, Bilge Tunyukuk’un bizzat bildirdiği bu durumu dikkate aldı. “Orduyu doğru bildiğin şekilde gönder” dedi. Orduyu Kök Öng’ü aşırtıp Ötüken dağları yönünde sevkettim. İnek gölcüğü ve Togla’da Oğuzlar geldi.

(G 9) Altı bin askeri varmış. Biz iki bindik. Savaştık. Tanrı lutfettiği için onları bozguna uğrattık. Irmağa döküldüler. Bozguna uğramış olanlardan yolda da epeyi ölen oldu. Ondan sonra Oğuzlar birleşip geldiler.

(G 10) Türk hakanını, Türk halkını Ötüken topraklarına bizzat ben, Bilge Tunyukuk getirdim. Ötüken topraklarına yerleştiğimizi duyan güneydeki, batıdaki, kuzeydeki, doğudaki halkımızın hepsi geldi.



Doğu Yüzü

(D 1) İki bin olduk. İki ordumuz oldu. Türk halkı yaratıldığından beri Türk hakanı tahta çıkalıdan beri Şantung şehirlerine, Sarı Irmağa ulaşmamış imiş. Hakanıma durumu arz edip orduyu gönderdim.

(D 2) Şantung şehirleri ve Sarı Irmağa ulaştırdım. Yirmi üç şehri harap ettim. Akıllarını başlarından alıp ortalıkta yatar hale getirdim. Çin hakanı düşmanımızdı. On-ok hakanı düşmanımızdı.

(D 3) Çok sayıda Kırgız ve güçlü hakanları düşmanımız oldu. O üç hakan aralarında fikir alış verişinde bulunup “Altay dağlarında birleşelim” demişler. Bu şekilde anlaşıp “Orduyu doğuda Türk hakanına doğru gönderelim” demişler. “Eğer ona karşı ordu göndermezsek her halükarda o bize savaş açacaktır.

(D 4) ... hakanları kahramanmış. Danışmanları da bilgeymiş. İlk fırsatta bizi öldüreceklerdir. Üçümüz birleşelim, onlara karşı ordu gönderelim. Tümüyle yok edelim” demiş. Türgeş Kağan şöyle demiş: “Benim halkım orada” demiş.

(D 5) “Türk halkı arasında da kargaşa var” demiş. “Oğuzları da dağılmakta” demiş. “Bu sözü işitip ne geceleri uyuyabildim, ne de gündüzleri oturabildim. Şöyle düşündüm:

(D 6) “İlk önce Kırgızlara sefer etsek daha iyi olur” dedim. Kögmen dağlarında bir tane geçit varmış, kapalıymış” diye duyup “bu geçitten geçmeye kalkarsak yararı olmayacak” dedim. Kılavuz aradım. Bozkır Azlarından bir asker buldum. ...

(D 7) duydum. Az topraklarından geçen yol çok darmış ?, tek bir atın geçebileceği kadarmış. O yol üstünden gitmiş. Ona “bir atlı gidebildiğine göre, mümkünse sen de o yoldan git” diye emrettim. Düşündüm. Hakanıma

Kuzey Yüzü

(K 1) durumu arz ettim. Orduyu harekete geçirdim. “At bin” dedirttim. Ak Termel’den geçerek vakit kazandırdım ?. At üzerinde karı sökerek çıktık. Yukarı doğru atları yedeğe alıp, ağaçlara tutunarak askerleri tırmandırdım. Öncü askerlerle

(K 2) güç bela ormanlık dağı aştık, yuvarlanarak aşağı indik. Yandaki engelli yolu on günde dolanıp ulaştık. Kılavuz yolu şaşırdı, idam edildi. Hakan buna sıkılıp “acele edin!” demiş.

(K 3) Anı ırmağına vardık. Irmaktan aşağı giderek askerleri yemek yemeleri için attan indirdik. Atları ağaçlara bağlıyorduk. Gece gündüz demeden dört nala giderek ulaştık. Kırgızları uykuda baskına uğrattık.

(K 4) Uykularını mızraklarımızla açtık. Hanları, orduları toplandı. Savaştık, mızrakladık, hanlarını öldürdük. Kırgız halkı hakana biat etti, boyun eğdi. Dönüp geldik. Kögmen dağlarını dolanarak geldik.

(K 5) Kırgız seferinden döndük, bu kez Türgeşlerin hakanından casus geldi. Haberi şuydu: “Doğudan hakan yönünde orduyu gönderelim” demiş. “Orduyu göndermez isek, hakanları cesur, danışmanı bilgeymiş. Her halükarda

(K 6) bizi öldürecektir” demiş. “Türgeşlerin Hakanı yola çıkmış, On-ok halkı da bir eksiksiz yola çıkmış” der. Çin ordusu da varmış. Bu sözü işitince hakanım “Ben karargaha yetişeyim” dedi.

(K 7) Sultan aramızdan ayrılmıştı. Onun “cenaze törenini yaptırayım” dedi. Orduya “gidin” dedi. “Altay dağlarına yerleşin” dedi. “Ordunun komutanı olarak İnel Kağan ile Tarduş Şad gitsin” dedi. Bilge Tunyukuk’a, bana emretti:

(K 8) “Bu orduyu yönlendir” dedi. “Cezaları da uygun gördüğün şekilde ver, benim sana bir şey söylememe gerek yok!” dedi. “Gelirlerse görünerek gelirler, gelmezlerse casuslardan haber alıp bekleyin” dedi. Altay dağlarına yerleştik.

(K 9) Üç casus geldi. Haberleri aynıydı: “Hakanları orduyu yola çıkardı, On-ok ordusunun da tamamı yola çıktı” dediler. “Yarış Yazı’da toplanalım” demiş. Bu haberi alınca hemen hakana bu bilgiyi ilettim. Handan cevap

(K 10) geldi: “Oturun!” demiş. “Devriyeleri, karakolları iyi yerleştir, baskına izin verme” demiş. Bögü Kağan bana şöyle bir haber göndermiş. Apa Tarkan’a da gizli ve başka bir haber göndermiş: “Bilge Tunyukuk berbattır, aksidir!

(K 11) ‘Orduyu sevkedelim’ diyecek olursa desteklemeyin”. Bu haberi işitince orduyu hareket ettirdim. Altay dağlarını yol olmaksızın aştık. Ertiş nehrini geçit olmaksızın geçtik. Gece akın ettik. Tan atarken Bolçu’ya ulaştık.

İkinci Taş

Batı Yüzü

(B 1) ... haber getirdi. Gelen bilgi “Yarış Ovası’nda yüz bin asker toplandı” şeklindedir. Bu sözü işitince beylerin tamamı

(B 2) “Dönelim, hiç bir şey yapmamış olmak, yenilginin utancından daha iyidir” dedi. , Şunu söylemek isterim: Ben Bilge Tunyukuk ve beraberimdekiler Altay dağlarını aşıp geldik. İrtiş Irmağını

(B 3) geçip geldik. Gelmesi zordu. Ama hiç kimse hissetmedi. Belli ki Umay Tanrı, kutsal yer-su ruhları bize yardım etti, dolayısıyla savaşmaktan ne diye kaçacağız?

(B 4) Düşman çok diye niçin korkacağız? Sayımız az diye niçin yenilecek mişiz ki? Saldıralım” dedim. Saldırdık, talan ettik. Ertesi günü

(B 5) üzerimize ateş gibi kızmış halde geldiler. Savaştık. Onların iki kanadı bizim yarımızdan fazlaydı. Tanrı lütfettiği için onlar çok diye

(B 6) korkmadık, savaştık. Tarduş Şad’a doğru kovalayıp, onları dağıtıp hakanlarını yakaladık. Yavgularını, Şadlarını

(B 7) orada öldürdük. Elli kadar askerini tutsak aldık. Aynı gece halkını tamamen geri yolladık. Bu sözü işitince On-ok beyleri ve halkı bütün

(B 8) geldi, bağlılığını bildirdi. Gelen Beyleri ve halkı düzene sokup topladım. Halkın az bir kısmı kaçmıştı. On-ok askerini onlara karşı sefer ettirdim.

(B 9) Biz de sefer ettik. Onları geçtik. Yençü Irmağını geçip “Tanrı Oğlu” denen Bengü Ek Dağını geçip



Güney Yüzü

(G 1) Temir Kapıg’a kadar ulaştık. Orduyu oradan geri çevirdik. İnel Kağan’a ... ... ... Tacik, Tohar ....

(G 2) Oradan bu tarafa ... başlı Soğut halkı tamamen geldi, bağlılığını bildirdi. Türk halkı

(G 3) “Tanrı Oğlu” denen dağlara kadar hiç ulaşmamıştı. Türk halkını O topraklara ben Bilge Tunyukuk ulaştırdığım için

(G 4) bu sayede çil çil altınları, ap-ak gümüşleri, kızları, dulları, hörgüçlü develeri, ipeklileri gereğinden fazlasıyla getirdiler. Elteriş Kağan bilgeliği ve

(G 5) cesareti ile Çin’e karşı on yedi defa savaştı. Kıtanylara karşı yedi defa savaştı. Oğuzlara karşı beş defa savaştı. O zamanki danışmanı

(G 6) da bendim, savaşçısı da yine bendim. Elteriş Kağana, Türk Böğü Kağana, Türk Bilge Kağana

Doğu Yüzü

(D 1) ... ? Kapgan Kağan yirmi yedi ... ... idi.Kapgan Kağan’ı tahta çıkarttım. Gece

(D 2) gündüz oturmaksızın çalıştı. Kızıl kanımı akıtıp kara terimi dökerek hizmet ettim. Uzaklara öncü birlikleri de gönderdim.

(D 3) karakol kuleleri diktirdim. Geri dönen düşmanı getirirdim. Hakanımla orduyu sevkettik. Tanrının lütfuyla

(D 4) bu Türk halkının arasına silahlı düşmanı sokmadım. Kuyruğu düğümlü atları koşturtmadım. Elteriş Kağan başarmasaydı,

(D 5) onu takiben ben kendim de başarmasaydım ne devlet ne de halk olacaktı. Başarılı olduğumuz için

(D 6) devlet devlet oldu, halk da halk oldu. Ben yaşlandım, kocadım. Herhangi bir ülkede, hakanlıkta, halkın başında

(D 7) benim gibi bir vezir varsa ne gibi dertleri olacaktı ki?

(D 8) Türk Bilge Kağan döneminde bunları yazdırttım. Ben Bilge Tunyukuk,

Kuzey Yüzü

(D 1) Elteriş Kağan başarılı olmasaydı, o var olmasaydı, ben Bilge Tunyukuk başarmasaydım, ben var olmasaydım

(D 2) Kapgan Kağan Türk Sir halkı topraklarında boy da halk da insan da olmayacaktı.

(D 3) Elteriş Kağan ve ben Bilge Tunyukuk başarılı olduğumuz için, Kapgan Kağan Türk Sir halkını geliştirdiği için

(D 4) Türk Bilge Kağan Türk Sir halkını, Oğuz halkını besleyip yaşar ....

Bilge Kağan Yazıtı

Bilge Kağan Yazıtı

BİLGE KAĞAN YAZITI

Kuzey Yüzü

(K 1) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, bu devirde tahta çıktım. Sözlerimin tamamını dinleyin, özellikle küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, birleşik soyum, halkım ... güneyde Şadlar, kuzeyde tarkanlar, beyler, Otuz ... Otuz Tatar halkı ... ... Dokuz Oğuz Beyleri ve halkı, bu sözümü iyice işitin, sıkıca dinleyin! Doğuda güneşin.

(K 2) doğduğu yere, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı yere, kuzeyde karanlığın ortasına kadar, bu sınırların içerisindeki halkın tamamı bana bağlıdır. Bu kadar halkın tamamını düzene soktum. Şimdi onların endişesi yok. Türk Kağanı Ötüken dağlarında hüküm sürerse ülkede sıkıntı çıkmaz. Doğuda Şantung ovasına kadar sefer ettim. Denize bir kez bile varmadım. Güneye doğru Dokuz

(K 3) Ersinlere kadar sefer ettim. Tibet’e bir kez bile varmadım. Batıda Sır Derya’yı geçip Temir Kapıg’a kadar sefer ettim. Kuzeyde Yer Bayırkuların topraklarına kadar sefer ettim. Bu kadar yere sefer ettirdim. Ötüken dağlarından daha iyisi kesinlikle yokmuş. Ülke kurulacak topraklar Ötüken dağlarıymış. Burada hüküm sürüp Çin halkıyla ilişkileri düzelttim. Çinliler altını, gümüşü, ipeği,

(K 4) ipeklileri ihtiyaçtan fazlasıyla öylelikle verirler. Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş. Bilgili ve yiğit insanları ilerletmezlermiş. Bir kişi suç işlerse bütün kavmini, halkını, akrabalarına varıncaya kadar öldürmezlermiş.

(K 5) Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından bir çoğunuz öldünüz. Türk halkı, mutlaka öleceksin! Güneye Çugay dağlarına, Tögültün ovasına yerleşeyim dersen, Türk halkı, mutlaka öleceksin. Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: “Uzakta isen Çinliler ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan ipeklinin iyisini verirler” diye öğretirlermiş.

(K 6) Cahil insanlar, bu sözleri ciddiye alıp yakınlaştığınızda çoğunuz öldünüz. Oralara gidersen, Türk halkı mutlaka öleceksin. Ötüken topraklarında yaşayıp sağa-sola kervanlar gönderirsen hiç sıkıntıya düşmeyeceksin. Ötüken dağlarında yaşarsan kurduğun ülke sonsuza değin ayakta kalacaktır. Türk halkı, toksun. Acıkacağını ya da doyacağını düşünmezsin. Bir doyarsan, tekrar acıkacağını düşünmezsin. Böyle olduğun için seni beslemiş olan hakanının

(K 7) sözlerini dikkate almayıp her yöne gittin. Oralarda tamamen yok oldun, tükendin. Geride kalanlarınız yarı ölü yarı diri her yere gidiyordunuz. Tanrı lütfettiği için, benim de talihim olduğu için kağan olarak tahta çıktım. Tahta çıktıktan sonra yoksul ve fakir olan halkı tümüyle bir araya getirdim. Yoksul halkı zengin ettim, az olan halkı çoğalttım. Acaba bu

(K 8) sözümde yalan var mı? Türk beyleri, halkı bunu dinleyin: Türk halkını derleyip ülke kuracağınızı buraya kazıdım, hata edip öleceğinizi de buraya kazıdım. Söyleyecek ne sözüm varsa bengi taşa kazıdım. Buna bakarak anlayın. Şu anki Türk halkı, beyleri, halihazırdaki beyler, sizler mi yanılacaksınız? Babam

(K 9) hakan ve amcam hakan tahta çıktıklarında dört yöndeki halkı nasıl düzenlemiş, nasıl hizaya sokmuşlarsa, tanrının lütfuyla ben kendim tahta çıktığımda da dört yöndeki halkı aynı şekilde düzenledim, hizaya soktum. … … .. Ben Türgeşlerin hakanına kızımı … pek büyük bir törenle aldım. Türgeş hakanının

(K 10) kızını pek büyük bir törenle oğluma aldım. … … … pek büyük bir törenle aldım. Dört yöndeki halkı hep ele geçirmiş, teba haline getirmiş, mağrurları kendisine secde ettirmiş, güçlülere önünde diz çöktürmüş. Yukarıda mavi gök, aşağıda kara toprak lütfettiği için

(K 11) halkımı gözüyle görmediği, kulağıyla işitmediği, doğuda güneşin doğduğu, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı, kuzeyde ise karanlığın ortasına kadar yerleştirdim. Çil çil altınları, apak gümüşleri, kenarlı ipekleri, misk kokulu ipeklileri, has atları, aygırları, kara samur ve

(K 12) boz sincap derilerini hakanlık halkım için, kavmim için kazandım, elde ettim. ... ... dertsiz hale getirdim. Yukarıda Tanrının güçlü ... ... on bin ... ... ... halkı

(K 13) besleyin, onlara eziyet, sıkıntı vermeyin. Türk Beyleri, hakanlık halkımı ... ad verdim ... ... ... kazanıp ... ... ... bu hakanınızdan, bu beylerinizden, bu topraklarınızdan, memleketinizden ayrılmazsanız, Türk halkı

(K 14) ... iyilik bulacak, çadırına gireceksin, sıkıntı çekmeyeceksin. ... ... daha sonra Çin hakanından sanatçı, herşey getirttim, Çin hakanı benim sözümü kırmadı, sarayındaki has sanatçısını yolladı. Ona muazzam bir anıtkabir yaptırdım. İçini dışını muhteşem şekilde süslettim, taşlar yonturttum, taşlara kazıttım, aklımdaki sözleri yazdırttım. ...

(15) On Okların oğullarına, yabancılarına varıncaya kadar bunu görüp anlayın. Bengi taş kazıttım, ulaşılabilir yerde ise, böylesi ulaşılabilir bir yerde kazıttım, yazdırdım. Buna bakıp böylece öğrenin. O taştan anıtkabri diktirdim, kazıttım ... ...

Doğu Yüzü

(D 1) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, sözüm: babam Türk Bilge Kağan ... ... .. Altı Sir, Tokuz Oğuz, keçe ? çadırlı beyleri, halkı ... ... Türk Tanrısı ... ...

(D 2) üstüne hakan olarak tahta çıktım. Tahta çıktığımda ölecekmiş gibi düşünceli olan Türk beyleri, halkı sevinip kıvanıp yere bakan gözlerini yukarı kaldırdı. Böylesi bir vakitte ben kendim tahta çıkıp bunca önemli yasayı, dört taraftaki halkı yoluna koydum, düzene soktum.

(BK Doğu 2’nin sonundan Doğu 24’ün başına kadarki satırlar KT Doğu 1-30 ile ortaktır, oraya bakınız.)

(D 24) Az olan halkı çoğalttım. Kudretli ülkesi kudretli hakanı olandan daha iyi bir hale getirdim. Dört taraftaki halkı alıp kendime bağladım. Türklerin düşmanlarını yok ettim. Onların hepsi bana bağlandılar. On yedi yaşımda Tangutlara sefer ettim. Tangut halkının düzenini bozdum, evlatlarını, haremini, sürülerini, mallarını orada aldım. 18) yaşımda Altı Çuv Soğutlara Soğutlara

(D 25) karşı sefer ettim, halkını orada bozguna uğrattım, Çinli askerî vali Ong elli bin askerle geldi, Iduk Baş’ta savaştım. O orduyu orada yok ettim. Yirmi bir yaşımdayken Basmıl Iduk Kut üzerine, ki benim halkım ve boyumdu, “kervan göndermiyor” diyerek sefer ettim. … …, bağladım, vergiye … …. çevirip getirdim. Yirmi iki yaşımda Çinlilere

(D 26) karşı sefer ettim. General Çaça ve emrindeki seksen binlik ordusuyla savaştım. Askerlerini orada öldürdüm. Yirmi altı yaşımdayken Çik halkı Kırgızlarla düşman oldu. Kem’i geçip Çik’lere karşı sefer ettim. Örpen’de savaştım. Askerlerini mızrakladım. Az halkını ele geçirdim. … … bağladım.Yirmi yedi yaşımda Kırgızlara karşı sefer ettim. Mızrak batımı batımı

(D 27) karı söküp Kögmen dağlarını aşarak ilerleyip yaya olarak Kırgız halkını uykuda baskına uğrattım. Hakanları ile Songa dağlarında çarpıştım. Hakanlarını öldürdüm, ülkelerini orada aldım. O yıl içerisinde Türgeşlere karşı Altay dağlarını aşıp Ertiş nehrini geçerek yürüdüm. Türgeş halkını uykuda baskına uğrattım. Türgeş hakanının ordusu ateş gibi, şimşek gibi geldi.

(D 28) Bolçuda çarpıştık. Hakanını, Yavgusunu, Şadını orada öldürdüm, ülkelerini orada aldım. Otuz yaşımda Beş Balık’a doğru sefer ettim. Altı defa sefer ettim. … … ordusunu tamamen yok ettim. Oradan içeride kalan ne kadar insan, … … yok olacaktı. … … davet etmeye geldi. Beş Balık bu sebeple kurtuldu. Otuz

(D 29) bir yaşımdayken Karluk halkı refah içerisinde bağımsız hareket eder hale geldi ve bize düşman oldu. Tamag Iduk Baş’ta savaştık. Karluk halkını öldürdüm, kalanlarını orada teslim aldım, … …. Basmılların avam halkı …, Karluk halkı toplanıp geldiler …, öldürdüm. Tokuz Oğuzlar benim kendi halkımdı. Gökle yer rasında kargaşa çıktığı için, gönüllerine

(D 30) hasetlik düştüğü için düşman oldular. Bir yılda dört kez savaştım. İlk önce Togu şehrinde savaştım. Togla nehrini yüzerek geçip ordusu … … ikinci olarak Argu’da savaştım. Askerlerini mızrakladım, ülkesini fethettim. Üçüncü olarak Çuş Başı’nda savaştım. Türk halkı sarsıldı, kötü

(D 31) olacaktı. Kurtulup dağılıp gelen askerlerini kaçırttım. Ölecek olanların çoğu orada dirildi. Orada Tongralardan bir kahraman grubunu Tonga Tegin’in mateminde çevirip dövdüm. Dördüncü olarak Ezgenti Kadız’da savaştım. Askerlerini orada mızrakladım, perişan ettim. ... ... Amgı kalesinde kışlarken kıtlık başgösterdi. İlkbaharda

(D 32) Oğuzlara karşı sefer ettim. Askerlerin ilki sefere çıkmıştı, ikincisi ise karargahtaydı. Üç Oğuz askerleri baskın yaptı. “Yaya olanları perişan oldu” diyerek teslim almak amacıyla geldiler. Askerlerinin yarısı evi barkı yağmalamaya, yarısı da savaşmaya gelmişti. Bizim sayımız azdı. Perişandık. Oğuz ... ... ... düşman ... ... Tanrı güç verdiği için orada mızrakladım,

(D 33) dağıttım. Tanrı buyurduğu için, kazandığım için, muhakkak ki Türk halkı böylelikle kazanmış oldu. Ben küçük kardeşimle birlikte bu şekilde başa geçip kazabnmasaydım Türk halkı ölecek, yok olacaktı. Türk beyleri, halkı işte böyle aklınıza koyun, böyle bilin. Oğuz halkı ... ... .. göndermeyeyim diye sefer ettim.

(D 34) Evini barkını yıktım, Oğuz halkı Tokuz Tatar ile bir araya gelip toplandı, Agu’da iki büyük savaş yaptım. Ordusunu bozguna uğrattım. Ülkesini orada teslim aldım. Bu şekilde kazanıp ... ... Tanrı lütfettiği için ben otuz üç yaşımda ... ... ... ...

(D 35) beslemiş olan kahraman hakanına karşı hata ettin. Yukarıda Tanrının, kutsal yer-su ruhlarının, amcam hakanın ruhunun bunu uygun görmediği besbelli. Tokuz Oğuz halkı memleketini bırakıp Çin’e göç etti. Çin ... ... ... buraya geldi, besleyeyim” diye düşündüm. ... ... ... halk ... ... ...

(D 36) yoldan çıktı ... ... ... güneyde, Çin topraklarında adı sanı yok olup gitti. Bu yerde bana kul oldu. Ben kendim hakan olup tahta çıktığım için Türk halkına ... ... ... etmedim, ülkeyi, kanunları en iyi şekilde düzenledim. Kutsal ... ... toplanıp ... ...

(D 37) orada savaştım. Askerlerini mızrakladım. Teslim olan teslim oldu, halkım oldu, ölenler öldü. Selenge boyunca aşağı doğru ilerleyip Karagan geçidinde evini barkını orada bozdum, ... ... dağlarına tırmandı.Uygurların Eltever’i yüz kadar askerle doğuya doğru kaçıp gitti. ... ...

(D 38) ... ... Türk halkı açtı. O sürüyü alıp besledim. Otuz dört yaşımdayken Oğuzlar kaçıp Çin’e sığındılar. Hayıflanıp sefer ettim. Kıskançlıktan ... ...çocuklarını, kadınlarını orada teslim aldım. İki Elteverli halk ... ...

(D 39) ... ... Tatavı halkı Çin hakanına bağlıydı. “Onlardan elçi, iyi sözler, dilekler gelmiyor” diyerek ilkbaharla beraber onlara sefer ettim. O halkı orada perişan ettim. Sürülerini, mallarını orada aldım. ... Askerleri derlenip toparlanıp geri geldi. Kadırkan dağlarında yerleş... ...

(D 40) ... ... topraklarına yerleşti. “Güneyde Karluk halkına katşı sefer et!” diyerek Tudun Yamtar’ı yolladım, gitti. ... ... Karlukların Elteveri yok olmuş, küçük kardeşi de bir kaleye kaçıp gitmişti ... ...

(D 41) ... ... “Kervanları gelmedi, şunları bir korkutayım” deyip sefet ettim. Muahfızları iki-üç kişiyle kaçıp gitti. Avam halkı “Hakanım geldi” deyip sevinip mutlu oldu. ... ... unvan verdim. Unvanı aşağıda olanın ... ...



Güney - Doğu Yüzü

(G-D) ... ... Kök Öng’ü yoğuru askerleri yürütüp geceli gündüzlü yedi gün boyunca susuz olarak geçtim. Çorak topraklara varınca öncü birlikleri ... ... Keçen’ e kadar ... ....

Güney Yüzü

(G 1) ... ... Çin’in süvari birliklerinin on yedi binden fazla askeri askeri ilk gün öldürdüm. İkinci gün piyade askerlerden çok sayıda öldürdüm. ... ...

(G 2) ... ... defa sefer ettim. Otuz sekiz yaşımda, kıi mevsiminde Kıtanylara sefer ettim. ... ... otuz dokuz yaşımda ilkbaharda Tatavılara karşı sefer ettim. ... ...

(G 3) Ben ... ... öldürdüm, evlatlarını, kadınlarını, sürülerini, malını aldım ... ...

(G 4) halkını ... kadınlarını yok ettim ... ... ... (G 5) yürüyüp ... ... ... (G 6) savaştım ... ... ...

(G 7) verdim. Kahraman askerlerini öldürüp balbal dikiverdim. Elli yaşımdayken Tatavı halkı Kıtany’dan ayrıldı, ... ... Töngker dağına ... ...

(G 8) General Ku’nun komutanlığında kırk bin asker geldi. Töngker dağında hücum edip vurdum. Çinlilerin Otuz bin askerini öldürdüm. Bir ... ... ... boyun eğdirdim. Tatavı ... ...

(G 9) öldürdü. Büyük oğlum hastalanıp vefat edince General Ku’yu balbal dikiverdim. Ben on dokuz yıl şad olarak görevde kaldım. Devleti yönettim. Otuz bir yaşımda

(G 10) tebam, halkım için daha iyisini elde ettim. /Buradan sonrası Bilge Kağan’ın oğlu Tengri Kağan’ın ağzından anlatılır/ Bu kadar şeyi temin edip babam hakan köpek yılında, onuncu ay, yirmi altıncı gün vefat etti (25 Kasım 734). Domuz yılının beşinci ayında yirmi yedisinde cenaze törenini yaptırdım (22 Haziran 735). Bukug Totok ... ..

(G 11) babası Büyük General Lisün’ün komuta ettiği beş yüz asker geldi. Kokılık ... ... altın ve gümüşü gereğinden fazlasıyla getirdi. Cenaze için tütsü getirip dikti. Sandal ağacı getirip kendisi ... ... cenaze töreni sırasında

(G 12) bunca insan saçını, kulağını kesti, kendi şahsi atlarını, kara samur, boz sincap derilerini sayısız getirip hepsini hediye ettiler.

(G 13) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, sözüm: “Babam Türk Bilge Kağan tahta çıktığında şu an buradaki Beyler, Şadapıt Beyler, doğuda Tölis Beyleri, Apa tarkan

(G 14) başta olmak üzere bunlara ilaveten Şadapıt Beyler, bu ... ... Taman Tarkan, Tunyukuk, Buyla Baga Tarkan ve ayrıca komutanlar, ... ... saray komutanları, Sevig Kül Erkin başta olmak üzere buna ilave komutanlar, bu kadar bey babam hakana pek çok

(G 15) saygıda ? bulundular, Türk Beyleri ve halkı fazlasıyla saygıda bulundular, övdüler. ... ... Babam hakan için ağır taşları, kalın ağaçları Türk Beyleri ve halkı hazırlayıp, düzenleyip getirdiler. Kendimde bu kadar ... ...

Güney-Batı Yüzü

(G-B) ... Bilge Kağan yazıtını ben Yollug Tegin kazıyıp yazdım. Bunca kabir binasını, süslemeyi, sanat içini … … hakanın yeğeni Yollug Tegin ben bir aydan dört gün fazlasıyla oturup kazıyarak yazdım, süslettim, yaptım.

Batı Yüzü

(B 1) ... ... ... ... (B 2) Bilge Kağan vefat etti. (B 3) İlkbahar geldiğinde yukarıda gökyüzü B 4) davullarının gümbürdercesine, tıpkı öyle, (B 5) dağlarda geyikler böğürdüğü vakitki olduğu gibi, işte böyle (B 6) düşünürüm. Babam hakanın anıt (B 7) taşını ben kendim hakan ... ...

Kültegin yazıtı

Kültegin Yazıtı

KÜL TEGİN YAZITI

Güney Yüzü

(G 1) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, bu devirde tahta çıktım. Sözlerimin tamamını dinleyin, özellikle küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, birleşik soyum, halkım, güneyde Şadlar, kuzeyde tarkanlar, beyler, Otuz ...

(G 2) Otuz Tatar halkı ... ... ... Dokuz Oğuz Beyleri ve halkı, bu sözümü iyice işitin, sıkıca dinleyin! Doğuda güneşin doğduğu yere, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı yere, kuzeyde karanlığın ortasına kadar, bu sınırların içerisindeki halkın tamamı bana bağlıdır. Bu kadar halkın

(G 3) tamamını düzene soktum. Şimdi onların endişesi yok. Türk Kağanı Ötüken dağlarında hüküm sürerse ülkede sıkıntı çıkmaz. Doğuda Şantung ovasına kadar sefer ettim. Denize bir kez bile varmadım. Güneye doğru Dokuz Ersinlere kadar sefer ettim. Tibet’e bir kez bile varmadım. Batıda Sır Derya’yı

(G 4) geçip Temir Kapıg’a kadar sefer ettim. Kuzeyde Yer Bayırkuların topraklarına kadar sefer ettim. Bu kadar yere sefer ettirdim. Ötüken dağlarından daha iyisi kesinlikle yokmuş. Ülke kurulacak topraklar Ötüken dağlarıymış. Burada hüküm sürüp Çin halkıyla

(G 5) ilişkileri düzelttim. Çinliler altını, gümüşü, ipeği, ipeklileri sıkıntısız öylelikle verirler. Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş.

(G 6) Bilgili ve yiğit insanları ilerletmezlermiş. Bir kişi suç işlerse bütün kavmini, halkını, akrabalarına varıncaya kadar öldürmezlermiş. Tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından bir çoğunuz öldünüz. Türk halkı, mutlaka öleceksin! Güneye Çugay dağlarına, Tögültün

(G 7) ovasına yerleşeyim dersen, Türk halkı, mutlaka öleceksin. Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: “Uzakta isen Çinliler ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan ipeklinin iyisini verirler” diye öğretirlermiş. Cahil insanlar, bu sözleri ciddiye alıp yakınlaştığınızda çoğunuz öldünüz.

(G 8) Oralara gidersen, Türk halkı mutlaka öleceksin. Ötüken topraklarında yaşayıp sağa-sola kervanlar gönderirsen hiç sıkıntıya düşmeyeceksin. Ötüken dağlarında yaşarsan kurduğun ülke sonsuza değin ayakta kalacaktır. Türk halkı, toksun. Acıkacağını ya da doyacağını düşünmezsin. Bir doyarsan, tekrar acıkacağını düşünmezsin. Böyle olduğun

(G 9) için seni beslemiş olan hakanının sözlerini dikkate almayıp her yöne gittin. Oralarda tamamen yok oldun, tükendin. Geride kalanlarınız yarı ölü yarı diri her yere gidiyordunuz. Tanrı lütfettiği için, benim de talihim olduğu için kağan olarak tahta çıktım. Tahta çıktıktan sonra

(G 10) yoksul ve fakir olan halkı tümüyle bir araya getirdim. Yoksul halkı zengin ettim, az olan halkı çoğalttım. Acaba bu sözümde yalan var mı? Türk Beyleri, halkı bunu dinleyin: Türk halkını derleyip ülke kuracağınızı buraya kazıdım, hata edip öleceğinizi de

(G 11) buraya kazıdım. Söyleyecek ne sözüm varsa bengi taşa kazıdım. Buna bakarak anlayın. Şu anki Türk halkı, beyleri, halihazırdaki beyler, sizler mi yanılacaksınız? Ben bengi taş diktim. Çin hakanından sanatçı getirttim, nakşettirdim. Çin hakanı benim sözümü kırmadı,

(G 12) sarayındaki has sanatçısını yolladı. Ona muazzam bir anıtkabir yaptırdım. İçini dışını muhteşem şekilde süslettim, taşlar yonturttum, aklımdaki sözleri yazdırttım. ... On Okların oğullarına, yabancılarına varıncaya kadar bunu görüp anlayın. Bengi taş

(G 13) kazıttım. ... ulaşılabilir yerde ise, böylesi ulaşılabilir bir yerde bengi taş kazıttım, yazdırdım. Buna bakıp böylece öğrenin. O taşı anıtkabri kazdırdım, yaptırdım. Bu yazıyı yazan yeğeni Yollug Tegin.

Doğu Yüzü

(D 1) Yukarıda mavi gök, aşağıda kara toprak yaratıldığında ikisinin arasında da insan oğlu yaratılmış. İnsan oğullarının da üzerine atam, dedem Bumın Kağan, İştemi Kağan tahta çıkmışlar. Tahta çıktıktan sonra Türk halkının ülkesini, yasalarını ele alıp düzenlemişler.

(D 2) O zamanlar dört taraf hep düşmanmış. Orduyu gönderip dört taraftaki halkları hep ele geçirmiş, hepsini teba haline getirmiş. Mağrurları kendisine secde ettirmiş, güçlülere önünde diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan dağlarına kadar, batıda Temir Kapıg geçidine kadar yerleştirmiş. Kök Türkler bu ikisinin arasındaki bölgede

(D 3) dağınık halde öylecene yaşıyorlarmış. Bilge ve yiğit bir kağanmış. Şüphesiz komutanları da bilge ve yiğitlermiş. Beyleri ve halkı birlik içerisindeymiş. Şüphesiz, ülkeyi bunun için böylece yönetmiş. Ülkeyi yönetip yasaları yapmış. Kendisi böylelikle

(D 4) vefat etmiş. Cenazeye Doğuda, güneşin doğduğu yerlerden Bükli bozkırı halkı, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtany, Tatavı ülkelerinden bunca halk yasçı, ağıtçı olarak gelmiş, ağlayıp yas tutmuş. O kadar ünlü bir kağanmış. Ondan sonra tabiî küçük kardeşi,

(D 5) oğulları kağan olmuş. Daha sonra küçük kardeşler büyük erkek kardeşleri gibi yaratılmadığı için, evlatlar babaları gibi yaratılmadığı için, bilgisiz hakanlar tahta çıktığı için, kötü hakanlar yönetime geçtiği için, komutanları da bilgisiz ve kötü oldukları için,

(D 6) beyleri ile halkı arasında kargaşa olduğu için, Çin halkı sahtekar ve hilekar olduğu için, dolandırıcı olduğu için, küçük ve büyük erkek kardeşleri birbirine düşürdüğü için, beyleri ve halkı birbirine karşı kışkırttığı için, Türk halkı ülke yaptığı toprakları elinden çıkarmış,

(D 7) hakan yaptığı hakanını kaybetmiş; beyliğe yakışır erkek evlatları Çin halkına köle, hanımefendiliğe yakışır kız evlatları cariye olmuş; Çindeki Türk beyleri Türklere özgü unvanları bırakıp Çinlilere özgü unvanları kullanarak Çin hakanına

(D 8) bağlanmışlar. Elli yıl hizmet edip çalışmış; doğuda, güneşin doğduğu yerlerde Bükli hakanına kadar sefer etmiş; doğuda Temir Kapıg’a kadar sefer etmiş; Çin hakanı için ülkelerini alıp yasalarını düzenlemiş. Türk halkı içerisindeki sıradan insanların

(D 9) tamamı şöyle düşünürmüş: “Ülkesi olan bir halktım, ülkem şimdi nerede! Kimin için ülkeler fethediyorum!” dermiş. “Hakanı olan bir halktım, kağanım nerede! Kimin Hakanına hizmet edip çalışıyorum!” dermiş. Böyle deyip Çin hakanına düşman olmuş.

(D 10) Düşman olduktan sonra kendisini örgütleyemediğinden tekrar yine bağımlı olmuş. Çinliler Türklerin bu kadar hizmet ettiğini, çalıştığını dikkate almaksızın “Türk halkını öldüreyim, soyunu kurutayım” derlermiş. Türkler yokolup gidiyorlarmış. Yukarıda Türklerin ilahî güçleri, Türklerin kutsal yer-su ruhları

(D 11) şu şekilde düzenlemişler: Belli ki Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun diye babam Elteriş kağanı, annem Elbilge sultanı göğün tepesinden çekip yükseltmişler. Babam hakan on yedi savaşçıyla isyan etmiş. “İsyan

(D 12) başlıyor” diye haber gelince şehirdekiler de isyan etmişler. Dağdakiler de aşağı inmişler. Toplanıp yetmiş savaşçı olmuşlar. Tanrı güç verdiği için babam hakanın askerleri kurt gibiymiş, düşmanlarının askerleri de koyun gibiymiş. Doğuya ve batıya seferler edip derleyip toplamış, tamamı

(D 13) yedi yüz savaşçı olmuşlar. Ülkesiz ve hakansız kalmış olan halkı, cariye ve köle olmuş halkı, Türk geleneklerini kaybetmiş olan halkı, atalarımın, dedelerimin gelenekleri doğrultusunda yeniden oluşturmuş, eğitmiş. O anda Tölis ve Tarduş halkını düzene sokup hemen o zaman onların başına

(D 14) Yavgu ve Şad atamış. Güneyde Çin halkı düşmanmış, kuzeyde Baz hakan, Dokuz Oğuz halkı düşmanmış. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtany, Tatavı, tamamı Türklere düşmanmış. Babam hakan bu kadar ….

(D 15) Kırk yedi defa sefer edip yirmi defa cephede savaşa katılmış. Tanrının lütfuyla ülkesiz olan halkı ülke sahibi, hakansız olan halkı hakan sahibi yapmış; düşmanları teslim alıp güçlülere diz çöktürmüş, mağrurlara secde ettirmiş. Babam hakan böylelikle ülkeyi kurup

(D 16) yasaları düzenleyip sonsuzluğa uçup gitmiş. Babam hakana ilk önce Baz hakanı balbal dikmişler. Gelenekler üzere amcam hakan tahta çıkmış. Amcam hakan tahta oturup Türk halkını önceden olduğu gibi yönetmiş, beslemiş. Yoksul olan halkı zengin etmiş, az olan halkı çoğaltmış.

(D 17) Amcam hakan tahta çıktığında ben Tarduş halkının başında Şad’dım. Amcam hakanla beraber doğuda Sarı Irmak’a, Şantung ovasına kadar sefer ettik. Batıda Temir Kapıg’a kadar sefer ettik. Kögmenleri aşıp Kırgız topraklarına kadar sefer ettik.

(D 18) Tamamı yirmi beş defa sefer ettik. On üç defa savaşa katıldık. Ülkesi olanı ülkesiz, hakanı olanı hakansız bıraktık. Güçlülere diz çöktürdük, mağrurlara secde ettirdik. Türgeş hakanı müttefikimiz tebamızdı; anlayışsızlığından

(D 19) dolayı hatalarından dolayı hakanları öldü, komutanları, beyleri de öldü. On-Ok halkı sefil oldu. Atalarımızın, dedelerimizin sahip olduğu topraklar sahipsiz kalmasın diye Az halkını düzene sokup, örgütleyip halk haline getirdik … Başlarındaki

(D 20) Bars beydi. Hakan unvanını ona burada biz verdik. Küçük kız kardeşim prensesi de ona eş olarak verdik. Kendisi hata etti, bunun için de öldü. Halkı cariye, köle oldu. Kögmen toprakları sahipsiz kalmasın diye Az ve Kırgız halklarını düzene sokup örgütledik savaştık ….

(D 21) dönüp geldik. Doğuda Kadırkan dağlarını aşıp halkımızı öylece yerleştirip öylece düzeni kurduk. Batıda Kengü Tarman’a kadar Türk halkını bu şekilde yerleştirip böylece düzene soktuk. O vakitler kölelerin köleleri, cariyelerin de cariyeleri olmuştu. Küçük kardeşler ağabeyleriniz bilmez, evlatlar babalarını bilmez olmuştu.

(D 22) Bu şekilde fethettiğimiz ülkemiz, düzenlediğimiz yasalarımız vardı. Müttefikimiz Türk Oğuz beyleri ve halkı, dinleyin: yukarıda gök çökmezse, aşağıda yer delinmezse, Türk halkı, ülkeni ve yasalarını kim bozabilir ki! Türk halkı hatalarından dolayı pişman ol ve

(D 23) tövbe et! Asî yaradılışlı olduğun için seni beslemiş olan bilge hakanının refah ve huzur içerisindeki ülkesine karşı sen kendin hata ettin, nifak soktun. Öyle olmasaydı Silahlı düşmanlar nasıl ve nereden gelip sizi dağıtabilecek, mızraklı düşmanlar nereden gelip sizi yurdunuzdan sürebilecekti? Kutsal Ötüken dağları halkı, buraları bırakıp gittiniz. Doğuya gidenleriniz

(D 24) gittiniz. Batıya gidenleriniz gittiniz, sonuçta gittiğiniz yerlerde elde ettiğiniz şu olmalı: Kanınız su gibi aktı, kemikleriniz dağ gibi yığıldı; beyliğe yakışır oğullarınız köle, sultanlığa yakışır kızlarınız cariye oldular. Cehaletinizden ve fesatlığınızdan amcam hakan vefat edip gitti.

(D 25) İlk önce Kırgız hakanını balbal diktim. Açıktır ki Türk halkının adı sanı yok olmasın diye babam hakanı, annem sultanı yücelten tanrı, bizlere ülke bağışlayan tanrı, Türk halkının adı sanı yok olmasın diye şahsımı, işte o tanrı

(D 26) hakan olarak tahta oturttu. Kesinlikle refah içerisindeki bir halkın başına geçmedim. Karnı aç, sırtı açıkta olan, berbat, kötü bir haldeki halkın başına geçtim. Küçük erkek kardeşim Kül Tegin ile karar aldık. Babamız ve amcamızın meydana getirdiği halkın adı sanı yok olmasın

(D 27) diye, Türk halkı için geceleri uyumaksızın, gündüzleri oturmaksızın küçük erkek kardeşim Kül Tegin ve iki Şad ile beraber ölürcesine çabalayarak fetihler yaptım. Böylesine fetihler yapıp birleşik olan halkı ateşle su gibi zıtlaştırmadım. Ben kendim hakan olarak tahta çıkınca dört bir tarafa

(D 28) dağılmış olan halk, yarı ölü yarı diri, yayan yapıldak dönüp geldiler. Halkı besleyeyim diye kuzeyde Oğuz halkına, doğuda Kıtany, Tatavı halklarına, güneyde Çin halkına büyük bir ordu ile on iki defa sefer ettim .. savaştım. Ondan

(D 29) sonra tanrı lütfettiği için, talihim ve kısmetim olduğu için ölecek olan halkı diriltip besledim, sırtı yalın olan halkı giyimli, yoksul olan halkı zengin ettim. Az olan halkı çoğalttım. Kudretli ülkesi kudretli hakanı olandan daha iyi bir hale getirdim. Dört taraftaki

(D 30) halkı alıp kendime bağladım. Türklerin düşmanlarını yok ettim. Onların hepsi bana bağlandılar, şimdi bize hizmet ediyorlar. Bunca yasayı düzenledikten sonra küçük erkek kardeşim Kül Tegin kendisi bu şekilde vefat etti. Babam hakan vefat ettiğinde küçük erkek kardeşim Kül Tegin yedi yaşındaydı ….

(D 31) Umay gibi olan sultan annemin talihiyle küçük erkek kardeşim Kül Tegin erlik adını buldu. Daha onaltı yaşındayken amcam hakanın devleti, yasaları için bir çok fetihler yaptı. onunla Altı Çuv Soğutlara karşı sefer ettik, onları bozguna uğrattık, Çinli askerî vali Ong elli bin askerle geldi, Iduk Baş’ta savaştık.

(D 32) Kül Tegin yaya olarak boğa gibi hücum etti. Vali Ong’un kaynını silahlı halde eliyle yakalayıp hakana sundu. O orduyu orada yok ettik. Kül Tegin yirmi bir yaşına geldiğinde general Çaça ile savaştık. İlk önce Tadık Çor’un boz atına binip hücum etti. O at o hücumda

(D 33) öldü. İkinci olarak Işvara Yamtar’ın boz atına binip hücum etti. O at da o hücumda öldü. Üçüncü olarak Yeğen Silig beyin zırhlı doru atına binip hücum etti. O at da o hücumda öldü. Zırhından, kaputundan yüzden fazla okla vurdular, yüzüne ve başına birisi bile değmedi ….

(D 34) hücum ettiğini Türk beyleri hepiniz bilirsiniz. O orduyu orada yok ettik. Daha sonra Yer Bayırkuların yüce İrkin’i düşman oldu. Onun ordusunu dağıtıp Türgi Yargun gölünde bozguna uğrattık. Yüce İrkin çok az bir askerle kaçıp gitti. Kül Tegin yirmi altı

(D 35) yaşındayken Kırgızlara doğru sefer ettik. Mızrak batımı karı söküp Kögmen dağlarını aşarak yaya halde ilerleyip Kırgız halkını uykuda baskına uğrattık. Hakanları ile Songa dağlarında çarpıştık. Kül Tegin Bayırkuların ak aygırına

(D 36) binip boğa gibi hücum etti. Bir askeri okla vurdu, ikisini takip edip mızrakladı. O hücumda Bayırkuların ak aygırını uyluğundan vurup kırdılar. Kırgızların hakanını öldürdük. Ülkelerini aldık. O yıl Türgeşlere doğru Altay dağlarını

(D 37) aşıp İrtiş ırmağını geçerek ilerledik. Türgeş halkını uykuda baskına uğrattık. Hakanın ordusu Bolçu’da ateş gibi, şimşek gibi geldi. Çarpıştık. Kül Tegin alnı akıtmalı boz ata binip hücum etti. Alnı akıtmalı boz …

(D 38) ... tutturdu. İkisini kendisi yakaladı. Oradan yine içerilere dalıp Türgeş hakanının komutanı Az valisini eliyle yakaladı. Hakanlarını orada öldürdük. Ülkelerini aldık. Türgeş halkı, ahalisi bütünüyle boyunduruğumuz altına girdi. O halkı Tavar’a yerleştirdik ….

(D 39) Soğut halkını düzene sokayım diye Sır Derya’yı geçip Temir Kapıg’a kadar sefer ettik. Daha sonra Türgeş halkı, ahalisi düşman oldu. Kengeres yönünde gittiler. Bizim ordumuzun atları zayıf, yiyecekleri ise neredeyse yoktu. Kötü kişiler …

(D 40) yiğit askerler bize saldırmışlardı. Böylesi bir anla karşılaştığımıza kederlenip Kül Tegin’i az bir askerle gönderdik. Büyük bir çarpışma olmuş. Alp Şalçı kır atına binerek hücum etmiş. Türgeş halkını, ahalisini orada öldürmüş, almış, yine ilerleyip …

Kuzey Yüzü

(K 1) ... ile askerî vali Koşu ile savaşmış. Askerlerinin tamamını öldürmüş. Evini barkını, eksiksiz her şeyi alıp getirmiş. Yirmi yedi yaşında iken Karluk halkı gelişip düşman oldu. Kutsal Tamag tepesinde savaştık.

(K 2) O savaşta Kül Tegin otuz yaşına basmıştı. Alp Şalçı’nın kır atına binip boğa gibi hücuma geçti. Karlukları öldürdük, kalanlarını teslim aldık. Az halkı düşman oldu. Kara Göl’de savaştık. Kül Tegin o vakit otuz bir yaşındaydı. Alp Şalçı’nın kır

(K 3) atına binip boğa gibi hücum etti. Azların Eltever’ini yakaladı. Az halkı orada yok oldu. Amcam hakanın devleti sarsılıp halkı ve devleti iki parça olduktan sonra İzgil halkı ile savaştık. Kül Tegin Alp Şalçı’nın kır atına binip

(K 4) boğa gibi hücum etti. O at orada telef oldu. İzgil halkı öldü. Tokuz Oğuz halkı kendi halkımdı. Gökle yer arasında kargaşa çıktığı için birbirlerine düşman oldular. Bir yılda beş kez savaştık. İlk önce Togu şehrinde savaştık.

(K 5) Kül Tegin Azman kır ata binip boğa gibi hücum etti. Altı eri mızrakladı. Ordular çarpışırken de yedincisini kılıçladı. Koşulgak’ta Ediz ile savaştık. Kül Tegin, Az yağız atına binip boğa gibi hücum ederek bir askeri mızrakladı,

(K 6) dokuz askerin de etrafını kuşatıp dövdü. Ediz halkı orada öldü. Üçüncü olarak Bolçu’da Oğuzlarla savaştık. Kül Tegin, Azman kır ata binip hücum etti, mızrakladı. Ordularını mızrakladık, ülkelerini aldık. Dördüncü olarak Çuş başında savaştık. Türk

(K 7) halkı sarsıldı, kötü olacaktı. Kül Tegin çıka gelen düşman ordusunu püskürtürken Tongralardan bir grup kahraman askeri Tonga Tegin’in mateminde çevirip öldürdük. Beşinci olarak Ezgenti Kadiz’de Oğuzlarla savaştık. Kül Tegin

(K 8) Az yağız atına binip hücum etti. İki askeri mızrakladı. Çamura gömdü. O ordu orada helak oldu. Amga Korgan’da kışı geçirip bahara doğru Oğuzlara asker gönderdik. Kül Tegin’i karargahın başında durması için gönderdik. Düşman Oğuzlar ordugahı bastılar. Kül Tegin

(K 9) öksüz boz ata binip dokuz askeri mızrakladı, ordugahı teslim etmedi. Annem sultan ve analarım, ablalarım, prenseslerim; bunların dirisi cariye olacak, ölüsü de sağda-solda ortalıkta kala kalacaktı.

(K 10) Kül Tegin olmasaydı hepiniz ölecektiniz. Küçük kardeşim Kül Tegin vefat etti. Kendi kendime düşündüm. Gören gözlerim görmez, bilen bilincim bilmez gibi oldu. Kendi kendime düşündüm: “Felek emrettiğinde herkes ölecek, insanoğlu hep ölümlü yaratılmış”.

(K 11) diye düşündüm. Gözümden yaş geldiğinde gözyaşımı durdurdum, içimden haykırmak geçtiğinde ağıtımı bastırdım. Düşündüm. İyice düşündüm. “İki Şad ve küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, beylerim, halkım hepsinin gözü kaşı matem tutmaktan kötü olacak” diye düşündüm. Matem tutup ağıt yakmaya başta Kıtany, Tatavı halkı olmak üzere

(K 12) General Udar geldi. Çin hakanlığından İşiyi Liken geldi. On bin ipekli, altın, gümüş, kısacası gereğinden fazla hediye getirdi. Tibet hakanından Bölün geldi. Batıda, güneşin battığı yerlerden Soğut Berçiker, Buhara şehri halkından general Nek, Oğul tarkan geldi.

(K 13) On-ok evladım Türgeş hakanından mühürdar Makaraç ile mühürdar Oğuz Bilge geldi. Kırgız hakanından Tarduş ile Inançu Çor geldi. Türbe ustası, tezyinatçı, taş yazıt ustası Çin hakanının yeğeni general Çang geldi.

Kuzey-Doğu Yüzü

Kül Tegin koyun yılının (27 Şubat 731) on yedisinde sonsuzluğa uçtu. Dokuzuncu ayın yirmi yedisinde matemini tamamladık (1 Kasım 731). Türbesini, süslemelerini, yazıt taşını maymun yılının yedinci ayının on yedisinde tamamen bitirdik (21 Ağustos 732). Kül Tegin kendisi otuz yedi yaşına gelmişti. Taş türbe yapacak olan ustayı, bunca süsleme sanatçısını Tuygun Eltever getirdi.

Güney-Doğu Yüzü

Bunca yazıyı yazan ben, Kül Tegin’in yeğeni olan Yollug Tegin yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvara tamamını ben Yollug Tegin yazdım. Gözde evlatlarınızdan, gençlerinizden daha iyi besliyordunuz, sonsuzluğa uçup gittiniz. …

Güney-Batı Yüzü

Kül Tegin’in altınlarını, gümüşlerini, ipeklilerini, varlığını, dört bin atlık sürüsünü koruyan Tuygut … beyim, prensim yukarıda gök oldukça … taş yazdım, Yollug Tegin yazdım.

Batı Yüzü

Batıdan Soğutlar ayaklandı. Küçük kardeşim Kül Tegin … hizmet ettiği için Türk Bilge Hakan …a küçük kardeşim Kül Tegin’i koruması için yerleştirdim.

Ona İnençu Apa Yargan Tarkan unvanını verdim, onu yücelttim.

Orhun Anıtları Abecesi

Türk Runik Yazısının Okuma Kuralları Hakkında

Tarihte Türklerin kullandığı ilk abece, aynı zamanda buluş ve geliştirmesi bütünüyle Türklere ait olan tek öz ulusal abecemiz de olması niteliğiyle, Türk runik abecesidir. Her ne denli bizde bu abecenin genellikle “Göktürk abecesi” adıyla anılması yeğleniyorsa da, yalnızca Göktürkler tarafından değil fakat Asya içlerinden Kafkaslara, Doğu Avrupa’ya dek çok geniş bir coğrafyada Hazarlar, (Eski) Bulgarlar, Avarlar, Sekeller, vb. gibi çeşitli Türk toplululuklarınca da bu abecenin aynı kökten gelişmiş çeşitli değişkeleri kullanılmış olduğundan, bunu, kapsayıcı bir terim olarak “Türk runik abecesi” adıyla anmanın daha uygun ve doyurucu olduğu kanısındayım. “Runik” sözcüğü köken olarak, İskandinavyalıların, eski İskandinav yazıtlarının yazımında kullanılmış olan abeceyi nitelemek için kullandıkları bir sözcük olmakla birlikte, Göktürk yazıtlarını ilk olarak inceleyen ve çözmeyi başaran Batılı bilim insanlarınca, eski İskandinav yazısıyla tarihi Türk yazısı arasındaki yakın benzerliklerden ötürü, Göktürk yazısı için de “Türk runik yazısı” biçiminde bir niteleme olarak kullanılmış ve yaygınlık kazanmıştır. Türk runik yazısının en gelişmiş ve düzenli biçimiyle, hepsi de birer resmi devlet belgesi niteliğinde olan Orhun yazıtlarında (Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tunyukuk yazıtları) karşılaşılır. Tunyukuk yazıtında her biri birer kez kullanılmış olan iki hece imiyle birlikte (aş ve baş olarak okunan hece imleri), Orhun yazıtlarında kullanılmış olan runik abecedeki harf çeşitlerinin sayısı 40’tır. Ancak, çoğunluğu mezar taşı yazıtları olmak üzere, daha kişisel (ve “daha az düzenli”) yazıtlardan oluşan Yenisey yazıtlarında geçen sekiz tane daha, farklı runik imle birlikte, Orhun-Yenisey abecesindeki harf çeşitlerinin sayısı 48’i bulmaktadır. Buna, Doğu Türkistan’da bulunmuş runik harfli elyazmalarında geçen ve Up (up/üp) ve ot olarak okunan iki runik im daha katıldığında, bu sayı 50’ye ulaşmaktadır. Ancak, Talas tahta çubuk yazıtı gibi kimi başka yazıtlarda geçen farklı runik imler de eklenecek olursa, Türk runik abecesinin harf çeşidi sayısının daha da artırılması olanaklıdır.

Bugün iyi bilinen ses değerleri ve mantıklı yazım ve okuma kurallarıyla Eski Türkçenin yazımı için güçlü bir araç olmuş olan Türk runik yazısı, en geç MS. 10. yüzyıldan başlayarak yerini yabancı kökenli başka abecelere bırakmadan önce, çeşitli Türk boylarınca yüzyıllarca Türkçenin yazımı için kullanılmıştır. Türk runik yazısı kural olarak sağdan sola doğru yazılır. Ancak bu genel bir kural olup mutlak bir kural değildir. Nitekim, Yenisey yazıtlarının, az sayıda da olsa, bir bölümü soldan sağa doğru yazılmıştır. Fakat bu durumda “yönlü” harfler de soldan sağa doğru bakacak biçimde yazılmışlardır. Türk runik abecesi ünlü imleri bakımından pek zengin olmamakla birlikte, bütünüyle Eski Türkçenin ses özelliklerine uygun biçimde tasarımlanmış olduğundan, Eski Türkçenin iyi bilinmesi koşuluyla, bu durum okumada hemen hiç bir sorun yaratmaz. Eski Türkçedeki dokuz (kısa) ünlü [a, ä (açık e), ė (kapalı e), ı, i, o, ö, u ve ü] için Orhun yazıtlarında, her biri ses açısından ikideğerli olan (a/e, ı/i, o/u, ö/ü) yalnızca dört harf kullanılmıştır. Yenisey yazıtlarındaysa, bu dört harfe ek olarak “açık e” ve “kapalı e” için iki farklı im daha bulunmaktadır. Türkçedeki ünlü uyumu ve runik abecedeki çifte (kalın ve ince) ünsüz imleri dizgesi nedeniyle /a/ ve /e/ ünlüleri ile /ı/ ve /i/ ünlülerinin yanlış okunması sözkonusu olmaz. Fakat (kalın sözcüklerde) yuvarlak /o/ ve /u/ ünlüleri ile (ince sözcüklerde) /ö/ ve /ü/ ünlülerini runik yazıda birbirinden ayırt etme olanağı yoktur. İçinde yuvarlak ünlü(ler) bulunan sözcükleri doğru okuyabilmek için Eski Türkçenin yuvarlak ünlülü sözcüklerini önceden biliyor olmak ve yazıtın bağlamı, içeriği ve anlamına ilişkin doğru bir kavrayışla birlikte, doğru sözcüğün hangisi olduğunu kestirmek gerekir.

Türk runik abecesinde, b, d, g, k, l, n, r, s, t ve y ünsüzleri olmak üzere, on ünsüz için biri kalın sesli, öbürü de ince sesli olmak üzere ikişer farklı ünsüz imi bulunur. Bunlar /a/ ya da /e/ ünlüsü ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren hece imleri gibidir: /ab/, /eb/; /ad/ /ed/; /ag/, /eg/; /ak/ /ek/; /al/, /el/; /an/, /en/; /ar/, /er/; /as/, /es/; /at/, /et/ ve /ay/, /ey/. Hece imlerinden ayrımı, bunların yalnız ilgili ünsüz değerinde de kullanılabilir olmalarıdır. Örnek vermek gerekirse: B1I > ab-ı “(onun) avı”, fakat, B1G1I > b-ag-ı “(onun) bağı”; B2I > äb-i “(onun) evi”, fakat, B2G2I > b-äg-i “(onun) beyi”, vbg.

ç, m, ñ (ny), ŋ (ng, geniz n’si), p, ş ve z ünsüzleri içinse Türk runik abecesinde yalnızca tek çeşit im vardır ve bunlar ünlü bakımından yansızdır, yani, yine /a/ ya da /e/ ünlüleri ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren ve yerine göre yalnız ilgili ünsüz değerinde de kullanılabilmek üzere, aç/eç/ç, ap/ep/p, vb. gibi. Dolayısıyla bu imler hem kalın sesli hem de ince sesli sözcüklerin yazılmasında ayrım gözetmeden kullanılabilirler.

Türk runik abecesindeki ünsüz imleri /a/ ve /e/ ünlüleri ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren yarı hece imi konumunda oldukları için sözcükbaşı ve sözcükiçi /a/ ve /e/ ünlüleri yazımda hemen hiçbir zaman gösterilmezler. Gerçekten de, Türk runik yazısının mantığı uyarınca buna gerek de yoktur. Yukarıdaki ünsüz imlerinden ayrı olarak abecede, /lt/, /nç/ ve /nt/ olmak üzere, üç tane de çift ünsüz imi bulunur. Bunların okunuş ve kullanımları da yukarıda öteki ünsüz imleri için olan gibidir (anç/enç/nç, vbg.). Bunlardan başka, yuvarlak ünlülerle kurulu heceleri gösteren, ses açısından dörtdeğerli iki im ile, düz dar ünlülerle kurulu heceleri gösteren, ses açısından ikideğerli iki im olmak üzere, dört hece imi daha bulunmaktadır: wK (ok/uk, ko/ku), ẅK (ök/ük, kö/kü), ıK (ık/kı) ve iÇ (iç/çi). Son olarak, yukarıdakiler dışında, Türk runik abecesi, aş, baş, çi, däm, kış, Up (up/üp), ot biçimlerinde okunan bir dizi hece imini daha barındırmaktadır.

Dr. Cengiz Saltaoğlu

24 Kasım 2010 Çarşamba

Nedir Bu kck ??? kck Kelime Anlamı Nedir??

İlk olarak kck nın kelime anlımını bilelim
kck nın kelime anlamı:Kürdistan(sözde) Topluluklar Birliği’nin kısaltması (kck)

Son günlerde gerçekleştirilen operasyonlarda gözaltına alınan bazı şahısların, “kck örgütü ile ilişkili” olduklarının belirtilmesi, yazılı ve görsel medyada kck hakkında çeşitli görüşlerin ortaya atılmasına yol açtı.

KCK’nın ne olduğu konusunda PKK’ya ait internet sitelerinde yapılacak basit bir tarama sonucu bilgi edinmek pekâlâ mümkün iken, nedense buna ihtiyaç duyulmamış ve kamuoyu bir bakıma yanlış bilgilendirilmiştir.

Türk basınında çıkan haberlerde, kck için genellikle; “pkk’nın şehir yapılanması”, “pkk’nın sivil uzantısı”, “pkk’nın gizli sivil kuruluşu” vb. ifadeler kullanıldı.

Bazı köşe yazarlarının görüşleri de şöyle:

Ruşen Çakır: “kck örgütü, iddiaya göre, yasadışı Kürt siyasi hareketiyle (pkk) yasal olan BDP (dtp) arasında köprü vazifesi görüyor.” (Vatan, 28.12.2009)

Oral Çalışlar: “kck, bir bakıma ‘pkk’nın yasal alana adapte olması çabası’ olarak adlandırılması mümkün olan bir oluşum. PKK’nın dağdan indirilmesi, bir geçiş sürecini gerektiriyor. kck’nın da bu çerçeve bağlamında değerlendirilmesi mümkün.” (Radikal, 25.12.2009)


Cengiz Çandar: “Gözaltına alınan veya tutuklananların kck’lı olduğu kanıtlansa bile onların hemen tümü kapatılmış dtp’nin ve yeni kurulmuş bdp’nin üyeleri. kck-pkk ilişkisi, büyük ölçüde Sinn Fein-IRA ilişkisini andırıyor. İngiltere hükümeti, Sinn Fein’i muhatap alarak sonuçta IRA’yı silahsızlandırmayı başarmıştı.” (Radikal, 26.12.2009)

Yeni Şafak gazetesinde ise 28.12.2009 günü şu haber yayınlandı:

“Çeşitli bahanelerle sokakları savaş alanına çeviren kck militanlarının Sabri Ok tarafından yönlendirildiği tespit edildi. Avrupa’da yaşayan kck'nın lideri Sabri Ok hakkında kırmızı bülten çıkarılacak. Örgütün elebaşı Ok’un, yakalandıktan sonra Türkiye’ye iadesi sağlanacak.”


kck hakkında basına yansıyan bilgilerin özeti böyle. Yani, kısa adı kck olan oluşum, pkk’nın bir uzantısı, sivil ve şehir yapılanması olup, liderliğini de Avrupa’da yaşayan Sabri Ok adlı bir pkk üst düzey sorumlusu yürütüyormuş.

Bu tür bilgilerin kaynağının hangi odak olduğu meçhul ise de, birilerinin. Türkiye kamuoyunu yanlış yönlendirmeyi amaçladığı ve bazı medya organlarını da kullanarak kirli bir oyun tezgâhladığı anlaşılıyor.

pkk’nın ne olduğu biliniyor. pkk’nın önderi Abdullah Öcalan, Yürütme Konseyi üyeleri Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan ve diğerleri.

Peki, kck nedir? Buyurun, bunun ne olduğunu belli merkezlerce medyaya servis edilen dezenformasyondan değil, bizzat kaynağından, yani pkk’nın yayın organlarından öğrenelim:

abdullah öcalan’ın, 2005’te avukatları ile yaptığı görüşme notlarında, kkk (Koma Komelén Kürdistan/Kürdistan Halklar Konfederasyonu)’nın kurulması talimatını verdiği kayıtlıdır. Bunun üzerine kkk’nın kuruluşu 21 Mart 2005’te ilan edildi. Ancak, yine A.Öcalan’ın talimatı üzerine, 16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında Kandil’de yapılan Kongra-Gel beşinci genel kurulunda, dernek anlamına da gelen “komel” adı yerine, Kürtçe’de “cemaat, toplum, halk” anlamına gelen “civak” adı tercih edilmiş ve kkk’nın adı kck (Koma Civakén Kurdistan/Kürdistan Halklar Konfederasyonu) şekline dönüştürülmüştür. pkk yayınlarında, Abdullah Öcalan “kck önderi” olarak da anılmaktadır.

İşte, pkk’ya ait yayın organlarından bazı alıntılar:

“kck önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki tecrit koşulları ve dtp’nin kapatılması, Almanya’nın birçok kentinde protesto edildi.” (Yeni Özgür Politika, 18.12.2009).

“kck Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan; ‘Kürt gençliğinin yönü dağlar olmalı, gerilla saflarına akın edilmeli, saflara katılım olmalıdır. Ya halkımızın iradesine sahip çıkmak üzere geliştirilen kitlesel eylemlere öncülük etmek üzere katılmalı ya da dağlara çıkarak özgürlük zeminlerinde gerilla saflarında yerini almalıdır.’ dedi” (Fırat Haber Ajansı, 14.12.2009)

“kck Yürütme Konseyi Başkan Yardımcısı Cemil Bayık; ‘Kürt iradesi, Kürt kimliği yasal olarak kabul edilmedikçe PKK’nın dağdan inmeyeceğini’ söyledi.” (Fırat Haber Ajansı, 20.10.2009)

“kck Yürütme Konseyi üyesi ve Halk Savunma Merkezi Başkanı Duran Kalkan; ‘Her an daha büyük patlamalar olabilir, hatta ayaklanmalar bile gündeme gelebilir.’ dedi.” (Fırat Haber Ajansı, 24.12.2009)

“Kandil – kck Yürütme Konseyi Başkanlığı, AKP hükümetinin ‘açılım’ adı altında geliştirmeye çalıştığı planın Kürt hareketini tasfiye amaçlı olduğunu açıkladı” (Fırat Haber Ajansı, 08.12.2009)

Örgüt yayınlarında da açıkça itiraf edildiği gibi, pkk lideri ve yöneticileri ile kck lideri ve yöneticileri aynı kişiler. pkk’nın faaliyet merkezi ile kck’nın faaliyet merkezi aynı, yani Kandil. pkk yöneticileri olan şahısların kck adına yaptıkları açıklamalarda da şiddet savunuluyor ve gençler eylem yapmaya çağrılıyor.
Peki, hani kck sivil ve barışçıl bir oluşumdu, şehir yapılanmasıydı, pkk ile bdp arasında köprüydü, dağdan inmenin siyasi aracıydı, Cengiz Çandar’ın deyimiyle Sinn Fein’di! Hani, nerede? kck ile pkk arasındaki fark ne? Siz kimi kandırıyorsunuz?

Sinan Sungur
Odatv.com

bu yazı yukarıda belirtilen siteden alınmıştır
Not:Okuyuncu bu yazıyı kck ya baya iyi bi bakış açısı getirdiği için sayfama alıntı yaptım umarım beğenirsiniz.

4 Şubat 2010 Perşembe

ESMAÜ ' L HÜSNA

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ

Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri. Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir. Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur. Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür: a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz. b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180); "De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır '' (el-İsrâ, 1 7/110) buyurulmuştur Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Yalnız Tirmizî ve İbn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır. Bu isimler şunlardır:

1) ALLAH:-Tüm isim ve sıfatlan kendinde toplayan yüce Allah'ın zatının, başka hiçbir varlığa verilemeyen ismidir.

2) RABB: Terbiye eden, yaratan, besleyen, mâlik, en mükemmel, sahip tutan ve idare eden anlamlarına gelir. Rabb ismi, yüce Allah'ın umûmî isimlerindendir. Âlemlerin devamını sağlayan yüce Allah, onların Rabbi'dir. Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olan Rubûbiyeti ve O'nun neticesi olan terbiyesi, besleyip büyütmesi olmasaydı, kainatta ne varlıktan, ne de tekâmül'den hiçbir eser bulunmazdı. Eğer bir kemâlimiz, bir terbiyemiz, ölçülü bir şekilde doğmamız, büyümemiz, yaşamamız ve ölmemiz varsa bunlarda yüce Allah'ın Rab sıfatının yansımasını görmemek mümkün değildir. Bu âlemde görülen ve bilinen her şeyde yüce Allah'ın sıfatlarının belirtisi vardır.

3) RAHMAN: Allah'ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismidir. Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah'tan başkasına verilmesi uygun görülmez. "Çok rahmet sahibi, gayet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan" diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah'ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. "Esirgeyici" olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahman isminin tercümesi olamaz. "Acıyan" diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız. Rahman, "pek merhametli" şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah'ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O'nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde "Rahman" ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahman'ın en güzel açıklamasıdır.

4) RAHÎM: "Çok merhamet edici' anlamında bir isimdir. Allah'ın sıfat ismi olmayıp, Allah'tan başka varlıklara da verilebilen bir isimdir. Bu iki sıfat "Rahmet" mastarından türemiş olmakla beraber, aralarında ifade ettikleri anlam bakımından farklar vardır. Rahman ve Rahîm arasındaki bu farklar şöylece belirtmek mümkündür: a) Rahman sıfatı; daha ziyâde ezelle; Rahîm sıfatı ise daha çok ebedle ilgilidir. Bu nedenle hadislerde yüce Allah'ın hakkında "Dünyanın Rahman'l ahiretin Rahîm'i" ifadelerinin kullanıldığını görüyoruz. Rahman sıfatı bütün insanları; Rahîm sıfatı ise yalnız müminleri kapsar. b) Rahman sıfatı; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın varlıkları yaratmak, meydana getirmek, onların çalışıp çalışmadıklarına bakmadan sayısız nimetlerle nimetlendirmek anlamına gelirken; Rahîm sıfatı Allah'ın emirleri doğrultusunda çalışanlara, çalıştıklarının karşılığını vermek anlamına gelmektedir. c) Rahman sıfatı; ümitsizliğe, karamsarlığa imkan bırakmayan kesin bir ümit ve ezelî bir yardım ifade eder. Rahîm sıfatı ise, yaptığımız işlerimizin Allah tarafından mükâfatlandırılacağını ifade etmektedir. Bu nedenle Rahman sıfatının ifade ettiği mânâda mü'min ve kâfir eşit tutulup ayırım yapılmamış; Rahîm sıfatının belirttiği manada ise, mü'min ve kâfir açık bir farkla ayrılmışlardır.

5) el-MELİK: Yüce Allah Melik'tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O'na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah'tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegane hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek Allah'tır..

6) el-KUDDÛS: Her türlü hata, gaflet ve acizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibi anlamında. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır (el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1).

7) es-SELÂM: Allah, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Buna göre dünyadan ve ahiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah'tır (el-Haşr, 59/23).

8) el-MÜMİN: Allah'ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir. Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah'a iltica edilmeli, O'na sığınılmalıdır.

9) el-MÜHEYMİN: Allah'ın görüp gözeten, her şeye şahit olan, her şeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan olduğu anlamına gelir.

10) el-AZİZ: Allah'ın, hiçbir yönden mağlup edilemeyen, her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olduğu manasına gelir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah'tır.

11) el-CEBBAR: Allah'ın, yarattığı tüm varlıklarının ihtiyaçlarını karşılayan, her konuda çok güçlü ve kudretli olduğu anlamındadır. Ayrıca Allah'ın yarattıklarının tümünü kendi iradesine mecbur eden, dilediğini de zorla yaptırmaya gücü yeten, kesin hükmüne karşı gelinemeyen yaratıcı olduğu anlamına da gelir. Yüce Allah'ın "Cebbâr" sıfatı sebebiyle insanların, işlerine kendi iradeleri ve serbestlikleri olmadığı sanılmamalıdır. Çünkü Allah, bildirdiği emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda insanları kendi iradelerinde serbest bırakmıştır. Şüphesiz insanların, Allah tarafından akıllı ve iradeli yaratılmalarının bir anlamı vardır. Allah, insanı O'nun hükümlerini tanıyıp bilmesi için akıllı, kendi irade ve istekleri ile O'nun emrine uymaları ve gösterdiği bu yolda yürümeleri için de serbest iradeli yaratmıştır. Ancak Allah'ın, insanlara işlerinde serbestlik tanımış olması, onların bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin Allah'ın emirlerini dinlemeyip O'na karşı gelen asiler, günahkârlar cezaya yanaşmak istemeseler de vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olacaklardır. Allah'ın mutlak iradesi ve kudreti altına girmeyen hiçbir varlık düşünülemez. "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir" (Âlu İmrân, 3/83).

12) el-MÜTEKEBBİR: Allah'ın her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcı olduğu anlamındadır. Büyüklük O'nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak manada büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez. Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah'ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri imkân imkânsız olan bir gerçektir. Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler?..

13) el-HÂLİK: Allah'ın yaratıcı olduğunu belirten bir sıfattır. Yaratmak ise bir şeyi var etmek, hiç benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Bu manada Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Herşeyi yaratan O'dur. İnsanların ortaya koydukları şeyler yaratma değildir; var olanlardan yeni bir şey elde etmektir. Allah, yaratandır; O'nun dışındaki tüm varlıklar ise yaratılmıştır.

14) el-BÂRÎ: Allah'ın, yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratması, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getirmesi mânâsındadır. Şüphesiz varlıkları seçip, düzenleyip olgunlaştırarak her birini ayrı bir özellikte yaratan Allah'tır.

15) el-MUSAVVİR: Allah'ın yaratmış olduğu varlıkların şekil ve durumlarını takdir edip, dilediği şekilde meydana getirmesi, şekillendirmesi anlamına gelir.

16) el-GAFFÂR: Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık anlamına gelir. Günâh işlemek insanların özelliği olduğu gibi, onların günâhlarını örtmek ve bağışlamak da yüce Allah'ın ayrılmaz sıfatlarındandır.

17) el-KAHHÂR: Allah'ın ziyadesi ile kahredici, yok edici yüce bir varlık olduğu manasına gelir. Sonsuz kudretinin karşısında hiçbir kimsenin gücü ve kudreti olamaz. Ama serbest iradeleriyle O'nun karşısına çıkma cüretini gösterenlere de lâyık oldukları cezaları tam olarak verecektir. Allah'ın kayıtsız üstünlüğüne sınır koyacak hiçbir varlık yoktur.

18) el-VEHHÂB: Allah'ın çok hibe eden, çok fazla bağışlayan olduğu anlamına gelir. Hak sahibi olmadıkları halde yarattıklarına çok çok verendir.

19) er-REZZÂK: Allah'ın bütün yaratıkların rızıklarını veren olduğunu ifade eder. Her canlı için gerekli gıdayı bahşedip yaratan ve bol bol veren Allah'tır.

20) el-FETTAH: Kulların, her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran manasına gelir. Faydalı ilimlere karşı insanların kalbini açarak, onların islerini kolaylaştıran, bütün zorluklarını ortadan kaldıran yüce Allah'tır. Her işinde üstün gelen O'dur.

21) el-ÂLİM: Allah'ın, çok bilen, bilgisi ezelî ve ebedî olan, her şeyi her yönüyle bilen tek yaratıcı olduğu manasını ifade eder.

22) el-KÂBIZ: Allah'ın, her şeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, her şeyi emri altına alıp tutan en yüce varlık oldu Bu anlamına gelir.

23) el-BÂSIT: Allah'ın, her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan yüce yaratıcı olduğunu ifade eder. Allah, insanlara rızık, neşe, rahatlık ve bolluk vererek onlara lütuf ve rahmetiyle muâmele etmektedir.

24) el-HÂFID: Allah'ın, emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları rezil, perişan eden anlamına gelen bir ismidir.

25) er-RÂFİ: Kaldıran, yükselten ve yüksek olan anlamlarına gelir. Gönülleri iman ve irfan ışığıyla parlatan, yüksek gerçeklerden haberdar eden yüce Allah'tır. Her yönüyle yüce ve yüksek olan O'dur.

26) el-MU'İZZ: İzzet ve ikrâm edici, şeref sahibi anlamına gelir. Yalancılığa, samimiyetsizliğe itibar etmez.

27) el-MÜZİLL: Yüce Allah'ın, lâyık olanları zillete düşüren, zelil kılan, onları hor ve hakir eden anlamına gelen bir sıfat isimdir.

28) es-SEMI': İşiten, işitme kuvve tine sahip olan ve işitme gücünü verendir. O, hiçbir şartla ve kayda bağlı olmaksızın işitir.

29) el-BASÎR: Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yaratıklarına da görme duyusunu veren anlamını taşır.

30) el-HAKEM: Hüküm koyan, emir veren, varlıklar hakkında hükmünü tamamen icra eden anlamına gelir.

31) el-ADL: Allah'ın herkese hakkını veren, koyduğu âdil hükümleriyle zulme razı olmayan, zulmü ve zâlimi sevmeyen anlamına gelen sıfatının ismidir. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır (el-A 'raf, 7/85; Yûnus, 10/109; Yûsuf, 12/80).

32) el-LATÎF: En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan, seçilmez yollardan da kullarına çeşitli faydalar ulaştırandır (el-En'âm, 6/103).

33) el-HABÎR: Herşeyden haberdar olan, her şeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle haber sahibi bulunan, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.

34) el-HALİM: Acele etmeyen, günahkârların cezasını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.

35) el-AZİM: Çok yüce ve çok büyük olan; sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlük de yalnız O'ndadır.

36) el-GAFÛR: Mağfiret eden, yargılayan, suçları bağışlayan, affeden, insanların beğenilmeyen taraflarını gizleyendir.

37) eş-ŞEKÛR: Çok şükre lâyık olan, kendi rızası için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapandır.

38) el-ALİYY: Yüksek, büyük ve yüce olan; kudrette, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstün olandır. Herşey O'nun hükmü ve emri altındâdır.

39) el-KEBİR: Büyük, yüce anlamında olup, Allah'ın kâinatı ve ondâkileri hüküm ve kudretiyle idâre eden, her şeyi hükmü altına alan sıfatının ismidir.

40) el-HAFIZ: Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, her şeyi belli vaktinde afet ve belâlardan koruyandır.

41) el-MUKÎT: Rızıkları yaratıcıdır.

42) el-HASÎB: Herkesin yaptıklarını takdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesaba çekerek yaptığının karşılığını verendir (el-Ahzâb, 33/39).

43) el-CELÎL: Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır. Sıfat ve-isimleriyle her türlü büyüklük kendine ait olandır.

44) el-KERÎM: Cömert, kerem sahibi; muktedir iken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getirendir.

45) er-RAKÎB: Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alandır (en-Nisâ, 4/1).

46) el-MUCÎB: İcâbet eden, isteyene karşılık veren, teklifleri bilen ve O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir (el-Bakara, 2/186).

47) el-VASİ': Bağışlaması bol ve rahmeti çok olandır. Yarattıklarına maddi ve manevigenişlik verendir (el-Bakara, 2/247).

48) el-HAKIM: Herşeyi inceliğiyle bilen, bu bilgisine göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olandır.

49) el-VEDÛD: Çok şefkatli, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegane lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır (Hud, 1 1/90).

50) el-MECÎD: Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73).

51) el-BAİS: Sebepleri yaratan ve ölüleri diriltendir. İhtiyaçlarma göre insanlara peygamberler gönderendir.

52) eş-ŞEHÎD: Herşeye şahit olan, her şeyi hakkıyla gören, bilen ve muamelesini de buna göre yapandır.

53) el-HAKK: Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olandır (el-Hacc, 22/6).

54) el-VEKİL: Hayatını, O'na tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım edendir; İdaresinde hiçbir kayda ve şarta bağlı olmayandır.

55) el-KAVÎ: Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sahibi olandır. Herşey O'nun kudret ve kuvveti karşısında güçsüzdür; O'na boyun eğmek zorundadır.

56) el-METİN: Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş O'na zor değildir.

57) el-VELÎ: Emir sahibi ve iyi insanların yani müminlerin dostu (velisi) olup onlara yardım ederek işlerini yönetendir.

58) el-HAMÎD: Çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamd edilendir. Bütün varlığın diliyle övülmeye lâyık ve her an hamd edilen tek yüce varlıktır.

59) el-MUHSÎÎ: Allah, çokça veren, sonsuz düşünülse bile her şeyin sayısını her yönüyle bilendir.

60) el-MÜBDÎ: Hiç yoktan ortaya koyan, vareden, yaratandır. O'ndan başka yaratıcı yoktur.

61) el-MU'ÎD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratandır. O'ndan başka yaratıcı olamaz.

62) el-MUHYÎ: Dirilten, canlandıran ve hayat verendir. O'nun öldürdüğüne kimse hayat veremez (Fussilet, 41/39)

63) el-MÜMÎT: Öldüren, ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.

64) el-HAYY: Diri, canlı hiç ölmeyen, hayatı ezeli ve ebedi olandır.

65) el-KAYYÛM: Baki ve ebedi olan; her şeyin O'nun kudret ve iradesiyle varlığını sürdürebildiği tek varlıktır (el-Bakara, 2/250; Âlu İmrân, 3/1).

66) el-VÂCİD: Var olan ve her şeyi vareden, icad eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratandır. O'na karşı hiçbir şey kendini gizleyemez.

67) el-VAHİD: Tek, bir olmak, Allah ikincisi olmayan tek birdir. Zatında, sıfatlarında, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı-dengi ve benzeri bulunmayandır.

68) es-SAMED: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm yaratıkların ihtiyacını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulandır.

69) el-KADÎR: Kudret sahibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olandır. Her türlü güç ve kuvvet de O'ndandır (el-Bakara, 2/20).

70) el-MUKTEDİR: Gücü her şeye yeten, her şeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf edendir.

71) el-MUKADDİM: Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddi ve manevi nimetler verip yükselten, öne geçiren, ilerlemelerini sağlayandır.

72) el-MUAHHİR: Herşeyden sonra yine var olan; emir ve yasaklarına uymayanları zelil edip arkaya bırakan, istediğini geri koyandır. Sonunda yine sadece O var (olarak) kalacaktır.

73) el-EVVEL: Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayandır.

74) el-AHİR: Herşey son bulunca O, var olarak kalacaktır. Varlığının sonu yoktur.

75) ez-ZÂHİR: Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı her şeyden aşikâr olandır. Her yaratık yaratanının görülen bir şâhididir.

76) el-BATIN: Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir. (Hayal, duygu, akıl ve düşüncenin de görülmeyip eserle varlıklarının kesin olarak bilinmesi gibi).

77) el-VALÎ: İdare eden bu büyük kâinatı ve onda her an olup bitenleri idare edip yönetendir. İdare etme yeteneği O'nundur.

78- el-MUTE'AL: Yüksek ve yüce varlık... Bilinenlerin en üstün olanı... Akım yaratılmışlarda mümkün gördüğü her şeyden çok yüce olandır.

79) el-BİRR: İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma anlamlarında Yüce Allah'ın bir sıfat ismidir. İyiliği ve ihsânı çoktur. İyilik ve ihsan gibi hisler de sadece ondadır (et-Tûr, 52/28).

80) et-TEVVÂB: Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı verendir. Samimi olarak günahlardan dönüp tövbe edenleri bağışlayandır.

81) el-MÜNTEKİM: İntikam alan, günahkârları, adaletiyle yargılayarak lâyık oldukları cezaya çarptıran demektir.

82) el-AFÜV: Merhametli, daima affeden, günâhlardan dilediğini affedip suçları bağışlayandır.

83) er-RAÛF: Çok merhamet eden, insanları yükümlü tutmada pek müsâmahalı ve yumuşak davranandır.

84) MALİKÜ'L-MÜLK: Herşeyin tek sahibi, her ne varsa O'nundur. Herşey üzerinde mutlak tasarruf yetkisi sadece O'na aittir. O h;llde Ondan başkasına kulluk edilmez.

85) ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRÂM: Celâl ve ululuk sahibidir. İkrâm ve ihsân edicidir. Hürmet ve saygıya yegane lâyık ve tüm büyüklüklere sahip olandır.

86) el-MUKSİT: Doğru hareket eden, bütün işlerini birbirine uygun ve yerli yerinde yapandır.

87) el-CÂMİ: Derleyen, toplayan, her şeyi kudreti içinde bulundurup dilediğini istediği anda ve istediği yerde toplayandır.

88) GANÎ: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hakkında noksanlık ve ihtiyaçtan sözedilemeyendir.

89) el-MACİD: Kerem ve müsâmahası sınırsız olandır. İnsanlara iyilikle muamele edip onları himâye etme lütfunda bulunan, her türlü sıkıntılarını giderendir.

90) el-MÂNİ': Herşey O'nun emir ve korumasına bağlıdır. O'nun emri olmadıkça hiçbir şey olamaz. İstemediği şeyin, yani takdir etmediğinin olmasına imkân yoktur.

91) en-NÛR: Alemleri, bütün kâinâtı nurlandıran, aydınlatan; istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur, aydınlık ihsan edendir.

92) el-HADÎ: Hidâyet eden, doğru yolu gösteren; hidayet yaratan; istediğini iyi işlerde başarıya ulaştıran, kullarına doğru yolu gösterendir.

93) el-BEDÎ: Eşi ve benzeri olmayan, bir şeyi en mükemmel yapan, yaratan, eşsiz ve görülmemiş şeyleri varedendir. Varlıklar âleminde O'nun eşi ve benzeri yoktur. Hayret verici âlemleri yoktan var eden, icad eden O'dur.

94) el-BÂKÎ: Sürekli var olan ve var olacak olandır. Sonu olmayandır. Allah'ın varlığının sonu yoktur.

95) el-VARİS: Tüm varlıkların gerçek sahibi, varisidir. Servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra da varlığı devam eden ve o servetlerin sahibi olandır.

96) er-REŞÎD: Doğru yolu gösteren: İnsanları, peygamberlerin getirdiği ve tebliğ ettiği kitaplar vasıtasıyla doğru yola iletendir. Allah, bütün işleri ezeli takdirine göre yönetip, dosdoğru bir düzen içinde sonuca ulaştırandır.

97- es-SABÛR: Çok sabırlı, hiçbir şeyde acele etmeyen; kendine isyan edenleri cezalandırmada acele etmeyip, onlara süre verendir.

98- ed-DAR: Elem ve zarar verici şeyleri hikmetinin gereği olarak yaratandır. Yüce Allah, zarar veren şeyleri yaratmıştır. Fakat onlardan zarar görmemizi değil, akine maddi-manevi bütün zararlardan sakınarak korunmamızı emretmiştir.

99) en-NAFİ: Hayır ve fayda verici şeyleri yaratandır. Bütün olaylar sebepleriyle meydana geliyorsa da, sebepler yok'u var edemez. Onlar ancak insanların elinde birer vesîle ve Hakk'tan isteme vâsıtası olmak üzere yaratılmışlardır.

Allah'ın zâtı, bir: güzel isimleri (esmâü'l-hüsnâ) ise çoktur. Allah'ın doksan dokuz ismi hadis-i şeriflerde de bildirilmiştir. İbn Kesir, tefsirinde, Buhâri ve Müslim'in Ebû Hureyre (r.a.)'den naklettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.)'den şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor: "Yüce Allah'ın bir eksiğiyle yüz ismi vardır. (yani doksandokuz). Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek 'i sever. "

İki Türk Bır Kıtaya Savaş Açarsa

Osmanlı Hükümeti, İngiltere'ye savaş ilân edince, Avustralya'da yaşayan Abdullah ve Kul Mehmet isminde iki Türk de Koca Avustralya Kıtasına karşı savaş ilân etmiştir. İlk bakışta olay komik gelebilir. Ama gerçekten doğrudur. İki Türk bir kıta insana savaş ilân etmişlerdir.

Avustralya Adası'mn Silver City / Gümüş Şehir / Kasabası, son daraca cazip bir yerleşim yeridir. Mekke ve Medine'ye de pek benzer. Çünkü devesi boldur. Devcilerin çoğu da Hintli Müslümanlardır. Deveci olmamakla birlikte bunların içinde Türkiye'den gelen Abdullah isminde bir de Türk vardı. Müslümanlar arasında sevilen bir kişi. Çünkü alim ve fazıl bir zattır.

Bu Türkiyeli Müslüman Abdullah Efendi, Müslümanların kasabı idi. Bu arada Silver Şehrine Türkiye'den Anadolulu bir Müslüman daha geldi. Kul Mehmet. O da bir araba yapıp, üzerine de bir Türk bayrağı dikerek dondurmacılığa başlamış ve kısa zamanda da meşhur olmuştu. Artık Avustralya adasında kasap Abdullah ve dondurmacı Kul Mehmet isminde iki Türk vardı. İkisi zorlu bir ikili de oluşturmuşlardı. Gümüş şehrin yerlisi-yabanctsı onları seviyorlardı.

İşte tam böyle güzel bir anda Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Türkiye, İngiltere ve Fransa ile savaşacaktı. İngiltere'nin müstemlekesi olan Avustralya da Çanakkale Cephesine asker sevk etmeye başladı. İngilizlerin yanında Türklere saldıracaklardı. Bu onlar için kötü bir talihti. Ama olan olmuştu. Artık savaştan başka yapılacak bir iş kalmamıştı.

Bu savaş durumunu öğrenen Abdullah ve Mehmet, memleketlerine dönmek ve düşmanla savaşmak için Avustralya hükümetinden çıkış vizesi için başvuruda bulundular. Fakat yolların kapalı olduğu gerekçesiyle izin verilmedi. Bunun üzerine Kul Mehmet ve Abdullah, Avustralya hükümetine adetâ muhtıra vererek;

"Öyle ise biz de size karşı savaş halinde olduğumuzu bildirmek istiyoruz". Sonra da gerekli hazırlıkları yaparak Broken Hills Dağlarına çıkıp, Boğaz'a karargâh kurdular.İlk anda meseleyi anlayan ve duyanlar şaka sanıp gülüp geçmişlerdi. Ama Abdullah ve Mehmet çok ciddi idiler. Bu işin şakası yoktu, savaşacaklardı.

1915 tarihinin ilk günü ve Çanakkale Arıburnu'na Anzak çıkarmasından 3 ay ve 24 gün önce Broken Hills Boğazı'na 1.200 kişilik bir tren girdi. Ancak makinist şaşırmıştı. Çünkü demiryolunun tam ortasında küçük bir araba duruyor ve üstünde de bir Türk bayrağı dalgalanıyordu. Makinist kolu çekip treni durdurması ile birlikte bir ateş yağmurudur başladı. Sanki dağlar yerinden oynuyordu. Trenin içi bir anda yaralı ve ölülerle dolmuştu. Durumu öğrenen bölge jandarma birlikleri olay yerine geldiler. Ama nafile iki Türkle başedemediler. Çünkü hazırlıkları mükemmeldi. Bu defa eyalet kuvvetleri sevk edildi. Onlar ad işin içinden çıkamayınca, ordu birlikleri geldi ve üç koldan Türkleri makaslama ateş çemberine aldılar ve yüzlerce silah birden patlıyordu. Nihayet Broken Hills tarafından gelen silah sesleri kesildi. Zaten kahramanların mermileri de kalmamıştı.

Büyük bir ihtiyatla Boğaz'a hakim noktaya çıkan askerler, sadece delik deşik olmuş iki Türk cesedi ile karşılaştılar. Abdullah ve Mehmet. Abdullah silahına sıkıca yapışmış öylece yatıyordu. Mehmet'in vücudunda 21 yara saydılar. Ama ilk anda buna kimse inanamadı ve şimdi herkes dağlarda Türk arıyordu. Fakat nafile kimsecikler yoktu. Hatta bu arama işi iki ay sürmüştü. Yani iki Türkle savaştıklarına iki ay sonra inanabilmişlerdi. Böylece bu olay Avustralya Resmî Harp Tarihi'ne yazılmıştır. Yani "Broken Hills Savaşı".

Hülâsa hâla daha Avustralya'da Türk cesareti, bir efsanedir. Canberra'daki Milli Müze'nin 4 Salonunu Çanakkale-Gelibolu Hatıralarına ayrılmıştır. 1960'larda Canberra milli Müzesi memurlarından ve bir gözü kör olan emekli askerin şu sözleri önemlidir:

"Ben, memleketinizde bir göz bıraktım. Ama hiç pişman değilim. Hiç olmazsa sizi tanıdım". Bu benim için bir değer ve fazilettir -dernek istiyordu.

Elhasıl, Abdullah ve Kul Mehmet ruhlarınız şad olsun. Nur içinde yatınız. Hep anılacaksınız. Menkıbeleriniz dillere destan olacak